FENERBAHÇE 2-2 ERZURUMSPOR, YANAL'DAN SONRA KISA KISA


kaynak : www.fenerbahce.org

Dedim ki, Yanal imzalasın ama bu sezon kulübede olmasın. Bu takımın yaptıkları Ersun hocayı yıpratmasın. Aynı fikirdeyim, neden mi?
4-1-2-3 (2+1) gibi bir diziliş. Tekrar ediyorum kağıda ne yazarsanız yazın, oraya koyduğunuz oyuncu ve performansı ve rakip ve hakem ve saha ve taraftar etki eder gerçekleşmesinde. Kağıda yazdığınızla kalırsınız. Bu nedenle kolay iş değildir.

Hocanın baskılı, etkili oyun isteğine göre takımın duruşu bu.

Harun
Roman                Martin
Isla                                             HAK
Topal
Ekici           Elif
Ayew                       Valbuena
Slimani

Buna benzer. Kritik noktalar şunlar;


  • Top bizdeyken bekler orta saha hatta çizgi oyuncusu olur. Hücumlarda çizgiye kadar iner. Hoca bunu klasik oyundan farklı olarak her iki bekin de aynı anda çıkacağı ve ileride kalacağı şekilde ister.
  • Top bizdeyken yine orta üçlünün merkezindeki oyuncu, diğer iki orta saha oyuncusunun (dönem dönem ve pozisyona göre değişebilir) bir kademe gerisinde kalır ve 1+2 görünümü gösterir. Aynı anda bekler de çıkacağı için stoperler sağ ve sola yayılır, üçlü defans (bir libero, iki stoper) görüntüsünü alır.
  • Forvetin kenarlarını (kanat demiyorum özellikle) oluşturan oyuncular, hatta merkezdeki dahil sürekli dolaşır. Yani burada olduğu gibi, yani ne Ayew sağda ne de Valbuena solda çakılı kalır. 
  • Özellikle merkezde bulunan oyuncu (Slimani), orta sahadan topla çıkan oyunculara (Ekici ve Elif ve hatta zaman zaman Topal) duvar görevi yaparak şut pozisyonu hazırlar, hazırlamalarına yardımcı olur.

Ne kadar kolay değil mi yazmak ;)

Bunları yazıp internet fenomeni olanlara sorun, hiç nizami sahada oynamışlar mı? Antrenman yemişler mi? Antrenmanı geçtim, tekme gelmiş mi bir yerlerine ;)
Zira bir de bunun uygulaması var. Öyle kolay falan da değil. Bin bir tane değişkene bağlı her şey.

Stoperler yetersiz. Stoper diye alınan Reyes -dün dahil- stoper pozisyonundan farklı oynatılıyor. Bekler oyunun her iki yönünü oynayacak kapasitede mi, tartışılır. Her zaman Caner-Gökhan kıyası olacak. Ve hatta bugün her ikisi takımda olsa 5 yıl önceki "belki de" kariyerlerinin en iyi performansları nedeniyle yine tartışılacak. Hepsini geçtim zaten stoperlerin sağ ve sol olarak bekleri beslemesi gerek, bizimkilerde böyle bir durum yok. Belki Martin.

Topal, 2013/14 şampiyonluğundaki pozisyonunda. Görevini biliyor. Lakin 5 yaş daha yaşlı ve yanında Emre, Raul, Baroni yok. Stoplerlerden de yukarıda bahsettim.

Emre, Raul, Baroni demiştim ya, yerlerine Elif, Ekici, Benzia ve cezalı Jailson var. Benzia'nın bu sezon kaleyi bulan şutu var mı bilemiyorum. Elif bu defa doğru yerde ancak tecrübe kazanması şart. Jailson'un cezasının bitmesi avantajımıza olacak, lakin o zaman da Elif'in kenara geleceğini düşünüyorum.

Bir adım daha, ön tarafa geliyorum. 2013/14 ile kıyaslamayacağım, üzülürüz. Slimani'de büyük sıkıntı var. Vuramıyor, vursa kaleyi bulamıyor. Ben herkesten farklı olarak çok çabaladığını düşünüyorum. Vurdumduymaz değil, umursamazlık yapmıyor. Ama yok işte. Dün hattrick yapabileceği maçı golsüz tamamladı. Son 20 küsür şutunda kaleyi bile bulamamış. Açıklayamıyorum.

Diğer ikili, 2013/04 forvetinden farklı yapıda. Atmak kadar attırmak özellikleri var. Aslında daha iyi olabilir ancak Valbuena'nın nefesi 45 dakika. Gözle görülüyor, pasları şutları ortaları kısa düşmeye başlıyor bir dakikadan sonra. Antrenman sorunu olduğunu düşünmüyorum, son demlerinde futbolun bence.

Ayew ayrı sorun. Çok kaliteli, evet -dün en verimli maçını oynadı bence- lakin Elif'in tecrübesizlikten yaptığı hataları yapıyor. Ve güçsüz. Valbuena'dan farklı olarak, bence çalışma sorunu var. Haklıysam ve varsa devre arasında çözülecek, çözülmeli. Soldado'nun dönüşünü iple çekiyorum ben de. Ve hatta Frey'in ;) Barış ise hayal kırıklığı. Umarım toparlar.

Takımın gücü, kuvveti yerinde değil. Oyunu 3. bölgeye yıkmak güzel, baskı iyi. Ancak ayağa top yapan, hızlı adamlarla çıkacak bir rakip çok güç anlar yaşatır. Dönüşlerde sorun var. Dönüş sırasında zaman kazandıracak faulleri yapacak oyunculardan birisi Elif. Faul yapmayı bilmiyor, öğrenmesi gerek. Dönüş sırasında takımın dengesini kuracak bir oyuncu lazım. Olmayınca ilk golde olduğu gibi yeterli oyuncu olmasına rağmen müdahale edecek yerde bulunamama gibi bir dert çıkıyor ortaya. Denge sorunu. Ve elbette pozisyon almaktaki sorun da ortada. Çalışarak çözülür. Ama bu kadro yapabilir mi?

İlk gol özelinde, stoperler ve Topal golü yediğimiz alanda olmasına rağmen Hasan Ali merkeze gelip kademeye girmek zorunda kalıyor, onu tamamlaması gereken kişi zaten ortalıkta yok. Denge!!!

Daha büyük soruna geliyorum, kulübe. Oyuna girecek, girince hamle yapmanı sağlayacak oyuncu yok. Sahadakiler zaten birden fazla pozisyonda oynayamıyor. Yani hocanın oyuncu değiştirmeden, pozisyon değişikliğiyle hamle yapması gibi bir şansı yok. Dışarıdan hamle gerek. Ama oyuncu yok. Kadro dışı oyunculardan iki tanesi Dirar ve Ozan'ın büyük etki yapmaları mümkün kağıt üstünde. Tabi gerçekte ne olacağını bilmek mümkün değil. Zira oynayanların durumu ortada. Zaman gösterecek.

Hoca diyor ki bu oyunu oynayabileceklerini gösterdiler. Neden? Burasının Fenerbahçe olduğunu anlatacak birisi geldi başına oyuncuların. Bu sevindirici. Ama bu kapasiteyle bu oyunu 30-35 dakika oynayınca, normalden daha fazla dağılıyorlar kalan dakikalarda. Nitekim 2-0'dan beraberliğe gelmenin açıklaması oyundan düşmek.

En üstte dedim ya, hoca yıpranmamalı bu sezon, o nedenle önümüzdeki sezon gelmeliydi. Nedeni şu; dün, bu sezonun en iyi oyunlarından birisini -bir süre de olsa- oynamış takım, maç sonunda skor alamadığı için ıslıklarla gitti soyunma odasına. Bir, iki, üç derken hocaya da laf etmeye başlayacak şuursuzlar var. Anlatmak istediğim buydu. Yoksa kapı gibi arkasındayız hocanın. Yarım kalan hesabını tamamlayacak, tamamlamalı. En büyük şansı da devre arasının yetişmesi. Antalya deplasmanında yenilmez ise -utanç verici bir dilek- moraller bozulmaz.

Bir de taraftara kelam. Ben gidemedim dün, araya hastalık girdi. Gollerden sonra oyuncunun adının değil de Ersun Yanal diye bağırmak müthiş. Aslında bir mesaj. Tepki böyle olmalı, ıslıklayarak, yuhalayarak değil. Takım saldırırken tribünün 12. adam olması harika. Ve rakip topu aldığında kulakları sağır etmek, müthiş. Lakin takım oyundan düştüğünde rakı sofrası şarkılarını söylemenin bir anlamı yok. Takımla çoşmak değil, takımı çoşturmak olmalı görev.

Ve son dakikada golü yediğimizde tribünde söylenen tezahürat, bırakın arkadaşlar bireyleri. Sevginizi göstereceğiniz yerler ve daha önemlisi doğru zamanlar var. Güzel bir başlangıç yapacakken yenilen gol sırasında bir kişi -hem de takım, oyuna en ufak katkısı olması mümkün olmayan- adına tezahürat yapmanın anlamı yok. Takım gibi tribünün de aklını kullanması gerekiyor.

Sonuç şu. İlk yarıda yapılanı oyuna yayabilir mi bu kadro? Bence takviye olmadan yayamaz. O zaman skoru alıp korumak zorunda. Bunu yapabilir mi? Yanıtım yok.

GÜVENDİĞİM DAĞLAR



"Sayın Recep Tayyip Erdoğan hep bizimleydi" açıklamasıyla başladığını fark ediyorum şimdilerde. Aslında daha önce Cemil Turan'a şikeci diyen Yılmaz Özdil'e ben laf ederken Cemil ağabeyin susmasını anlamadığım zaman fark etmeliymişim belki de. Çok mu romantiğim? Aşığım ben Fenerbahçe'ye, nasıl romantik olmayacakmışım?

Neyse, sonra Acıbadem sponsorluğu, onu savunan Fenerbahçelilerle kavga etmek. Zaten hemen öncesinde "bize her yer Trabzon Sina". Ali Koç'un önüne yatması, hatta göreve tam da 3 Temmuz'da getirmesi derken bugün de Volkan ağabey. Ağabey diyorum elbette. Büyüğüm. Onca zaman birlikteydik kulüp döneminde. Ve sonrasında da. Ama bir yere kadar.

Sırada kim var bilemem. Zerre kadar da ilgilendirmez. Ben kavga ettiğimle kalmış olurum, o kadar. Geriye bakınca Fenerbahçe var. İleriye bakınca da. Ve dostlar. Benim gibi düşünen, düşünmeyen.

Sevmediğim, anlaşamadığım birisiyle aynı saftaysam bilin ki konu Fenerbahçe'dir, Fenerbahçe'nin iyiliğidir. En güzel uzaktan sevmek, tribünden. Konu Fenerbahçe'dir. Sevdiklerim Fenerbahçe sayesindedir. Kişiler bir kenara yazılır, bazen de silinir. Ne Koç ne Yıldırım, ne de Kocaman. Her biri bir isimdir. O kadar.

Diyecek bir şey kaldı mı? Önce Fenerbahçe. O kadar.

CANIM SIKILIYOR CANIM


www.fenerbahce.org

O kadar dengesiz kadro o kadar gergin camia o kadar acayip ki. Can sıkıntısı üzüntü. Maç önünde bir şeyler atıştırırken geç gelen yemek sonrası garson "ne olur maç" diye soruyor. "Ne fark eder ki?" diyorum "Bir kez daha göreyim Fenerbahçe'yi, yeter". Ama yanımda bu maçlık mantar gibi çıkan "taraftar" başka şey peşinde, Slimani'nin anasının ve ebesinin detaylı hallerinde. Sadece o olsa. Yıllardır tribünde omuz omuza olduğum adamlar da benzer durumda. Rüzgar esiyor Slimani'nin anası, hakem penaltı veriyor Slimani'nin anası, Harun penaltyı kurtarıyor Slimani'nin anasının seks pozisyonları. Dönen topu tamamlayan Kasımpaşalı ceza alanına erken girdiği için iptal olan gole "Ofsayt, ofsayt" diye bağıran arkadaşın Slimani'nin taç atışlarında, ataklarda nerelerde duracağına karar vermeye çalışması bana göre komik. Ama camia külliyen bir kıyamet günü krizi yaşıyor. Yönetim ne yapıyor, başka bir yazıda sorgulayayım, şimdi saha.

Takım kalitesi o o kadar düşük ki, şimdilerde sakatlığı nedeniyle oynayamayan Ayew tüm gol aksiyonlarına ön plandaydı. Oysa bitik, koşamıyor, veremiyor, vuramıyor. Lakin elbette bir kalitesi var, kalite bitmez. Ama takım o kadar kalitesiz ki Ayew o bitik haliyle önemli anlarda bitirici. Keza Valbuena. Dermanı yok, fizik gücü felaket durumda. Korner vuruşlarında, frikiklerde dakikalar ilerledikçe menzili düşüyor. Ancak ön direğe kadar gidiyor bazı ortaları. Ama takım kalitesiz. Ve Valbuena'da da elbette bir kalite var. Artık onun payı var önemli anlarda. Oysa takımı bir diğer taraftan zor durumlara sokan da bitik adamlar. Yaşları da genç değil ki geleceğin Fenerbahçe'si ulan diyelim.

Frey'e kalas diye sallayan, tek işi koşmak yeaaaa diyenler Frey'in pres yapmasıyla kendinden geçiyor. Slimani ayrı depresyonda. Gerekli gereksiz her topa koşuyor, bitiyor, tükeniyor. E rüzgar da onun yüzünden eser olduğuna göre, artık barışması zor taraftarla. Mehmet Ekici'nin çime ayak basması bile ufak bir organizasyon getiriyor takıma. Tamam da onun da gücü sınırlı, 90 dakika olmuyor işte. Çok yazık ama olmuyor işte.

Eljif çok geride kalıyor, yararlanamıyoruz. Hoş o da boyundan büyük iş yapma niyetinde, kendisine de zarar veriyor. Stoperler yetersiz. Normal şartlarda vasat diye beğenilmeyecek Skertel bir şeyler yapmaya çalışıyor. Roman? Geçtim. Reyes'i aldık dünü saymıyorum, 3 maç oynadı 2 tanesinde kendi yerinde oynamadı. İyi veya kötü aslında bilmiyoruz ama rüzgarın esmesi Slimani'nin suçuysa, sert esmesi de Reyes'in suçu. Sonuç; analar ebeler.

Sezon başında futbol ulemasının hiç utanmadan çöp diyebildiği Hasan Ali takımda ayakta kalanların başında. Allah dert vermesin çünkü hemen aportta İsmail duruyor. Sağ beke bakıyorsun Şener ile Isla. Bir Şener oynuyor bir Isla. Kim oynarsa yahu neden diğeri oynamıyor? diye sorulan bir performans döngüsü içindeler. Yani iyi oynayan kapmıyor formayı kötü oynayan diğerine bırakıyor. Tekrar ve tekrar. Iron Maiden'den Infinite Dreams parçasının sonu gibi, "And again, and again and again..."

Harun iyi güzel çocuk. Penaltı da kurtarıyor. Yan top? Cepheden şutlar? Karşı karşıya performansı? Ya topu oyuna sokma? Yaptığı panik?

Zaten geçtim hepsini rakip takım bizim ceza alanının önünde yere forma bıraksa bizimkiler topu birbirlerine atamıyor, uzun oynuyor. Top stoperlerde, rakip basıyor, stoper ileri vurmak yerine topa sahip olmak adına kalecisine dönüyor. Hooooop uzun top. E stoper de yapardı zaten onu. Hatta ceza alanının dışında olduğu için muhtemelen daha uzağa vururdu. Bir nefes alsana. Yok.

Jailson, yaptığı anti profesyonel iş yüzünde takımı eksik bırakmış. Artık son demlerini yaşayan Topal'dan medet umuyoruz orada. Tolga Ciğerci vardı bir de, iyileşti mi? Bilmiyorum.

Takımı ileri taşıyacak ayak yok. Topla ileri taşıyacak bir Barış var bir Alper. Alper ortalıkta yok. Barış hata yapsa da hep oynasa keşke. O da Ayew sakatlandı diye oynuyor sanki. Soldado'yu UEFA listesine yazmamışsın, o da teknik hata. Haaa bir de Benzia var. Gölgesine çalım atarken top kaptırıyor. Şut desen yok, ara pas desen yok. Yok arkadaş.

Bunların sorumlusu kim? Mevcudu bozan, o kadar transfere ne takım olacak bir kadro kuran ne de bunları oynatacak hocayı bulamayan (buldu da yanlış bulmuş) kim? 

Devre arasında takviyeyle moral bulacağız diye uman var mı? E yine aynı kafa yapacak transferi, neyin değişmesini bekliyorsunuz ki hem de en zor transfer döneminde?

Evet bir kez daha göreyim diye gidiyorum maçlara, ne ıslıklıyorum oyuncumu ne küfrediyorum. Peki yeni neslin Fenerbahçeli olması, Fenerbahçeli kalması için YENİDEN mottosuyla başlayan ve (yemin ediyorum içten söylüyorum) kalpleri fetheden sorumluluk projeleri işe yarayacak mı sizce? Geleceği nasıl inşa edeceğiz?

Bir de ufak not. Son 15-20 yılda keyifle izlediğim 3 Fenerbahçe'den birisi Ersun hocanınkiydi. Ve ne yazık ki istifa ettirildi. Bu nedenle yarım kalan işini bitirmesini isteyenlerden birisi benim. Lakin bu anlattığım futbolcu grubunun başına Ersun Yanal gelse ne olacak? Ona da yazık değil mi? Oynattığı süper top zamanında elindeki kadroyu sayanınız oldu mu? Siz gerçekten Ersun hocanın Emre, Kuyt, Emenike, Webo, Sow, Meireles, Egemen, Yobo, Alves, Caner, Gökhan, Baroni bulunan takımdan aldığı performansı yukarıda saydığım oyunculardan alabileceğine inanıyor musunuz?

ÇORBA




Bir sportif direktör var. Elinde de bir takım. Önceki sezon çok eleştirilmekle beraber, hem de performanstan daha çok bir hakem düzeni nedeniyle şampiyonluğu kaçırmış bir takım.

AYRILIRKEN BİRLEŞTiRMEK


Fotoğraf : Tolga Ferhatoğlu


Hayallerimiz var hepimizin, mümkün olan, olmayan. Ve gerçekler var, bazen acı, çokça acıtan. Hayat zor, tek başına daha zor. Kardeş var, ana var, baba var, aile var, doğuştan. Bir de aile var, bizim seçtiğimiz. İsteyerek, bilerek.

Tribün bir aile, çoğunluğu aynı sevdanın peşindeki kardeşler. Seçtiğimiz, birlikte ağlayıp birlikte güldüğümüz kardeşler, ağabeyler, ablalar...

Koray Şener de bu ailenin fertlerinden birisi. Kardeşimiz, evladımız, abimiz Koray. Galatasaray deplasmanında hayatını kaybeden, sonrasında tüm taraftarların tek vücut tek yürek hareket etmesini sağlayan Koray.

Hayatının baharında ayrıldı aramızdan, bugün de son deplasmanına uğurlandı büyük ailesi tarafından. Ayrılırken, birleştirdi.

Fenerbahçe Ailesi bir olmak zorunda. Fikir ayrılıklarını arkada bırakıp, takımları iyi veya kötü olsun sürekli desteklemesi, tek yürek olması gerek. Başarmak için buna zorunluyuz. Aklımızı başımıza toplamalı, bu birliği sürdürmeliyiz.

Together we stand, divided we fall.




COCU GİTTİ SIRADA COMOLLI VAR MI?




Semih Özsoy diyor ki "...Bununla birlikte bazı futbolcuların performansı hakikaten Fenerbahçe camiasına, futbolcusuna yakışacak bir durumda değil. Oynayanlar kadar oynamayanların da yanlışlıkları Sayın Phillip Cocu’nun gitmesinde büyük etken olmuştur. Dolayısıyla oyuncularımızı da kendilerine çeki düzen vermeleri anlamında da uyarmakta fayda var. Bunlar bizim kendi hatalarımız..."

Cocu doğal olarak hesap kesilecek ilk pozisyonda. Nitekim yine Semih Özsoy'un belirttiği gibi bedel ödeyen kişi oldu. Oysa sezona  YENİDEN SAYGI düsturuyla başlayan bir yönetim, ne kadar hatalı olursa olsun biletini kestiği hocasına ne bedel ödetme gibi bir ifade kullanmalı ne de son basın toplantısı hakkını elinden almalıydı.

Bunları yönetim acemilikleri diye çekiyorum sineye. Ama açıkçası artık daha da çok göze batıyor. Sadece 5 gün sonra bir Galatasaray deplasmanına çıkacak olan Fenerbahçemizin ne teknik direktörü var ne de takımın yuvasında yani Samandıra'da bu maçın önemini ve aslında Fenerbahçe'yi anlatacak bir kişi. Çok zor bir hafta yaşayacağımız ortada.

Maçla ilgili çok konuşmaya gerek yok. Yanlış seçimlerle zaten kısıtlı bir kaliteye sahip olan kadroyu bir takım haline getiremeyen Cocu'nun İsmail ısrarı, ne yazık ki sahada gezinmekten başka pek işe yaramayan Ayew sevgisi zaten sıkıntılıydı. Buna Hüseyin Göcek denilen Fenerbahçe düşmanının yönetimi, yenilen gol sonrasında ayağa kalkamayan oyuncuların yetersizliği eklenince sonuç kaçınılmaz oldu.

Sezonun ne kadar kötü geçeceği, Cocu'nun yerine gelecek hocanın ne kadar çok zorlanacağı ortada. Değişim derken camianın dinamiklerini hesaplayamayan yönetimin yanlışlarını da eklersek, durumun vehanetinini anlamak zor olmaz.

Maç sürerken takımı ıslıklayan, oyunculara küfreden herhangi birisine taraftar demem, diyemem. Bir olasılık sempatizan, daha yakın müşteridir benim gözümde. Lakin rakip takımı alkışlayan, paslaşmalarını oley çekerek alkışlayan, bize attığı golleri alkışlarken, bizim attığımız golü protesto edip ıslıklayan ne kadar yavşak varsa benden uzak durmasını dilerim. Yeniden saygı mottosunu kendi oyuncusuna hakaret olarak algılayan dallamaların bu kadar cesaretlenmesini sağlayan yönetime de sitemlerimi sunarım.

Yenilgi sonrasında özür dilemeye tribünlere giden kaptanlarına küfreden yavşakların yanına gidip de "Ne deseniz haklısınız" diyen yöneticilerin, başkanın bilmesi gereken tek şey, yarın öbür gün hedefte haksız da olsa kendilerinin olacağıdır.

Tek gerçek Fenerbahçe'dir. Önce Fenerbahçe diyemeyen herhangi birisinin kulüpte yer almayacağı bir dünya mümkün. Başkanın da söylediği üzere Fenerbahçe için var olanlarla Fenerbahçe sayesinde var olanları net bir şekilde ayırmak gerek. Bunu önce kendisinin yapmasını umarım.

CUMHURİYET




Açtığın yolda, gösterdiğin hedefe durmadan yürüyeceğime ant içerim...

FENERBAHÇE




Dedim ki, 3 futbolcu ki bir tanesi 16 yıllık oyuncun ve belki de 10 yıllık kaptanındır, kadro dışı bırakılyorsa, ve bu oyuncular bu karardan saatler öncesindeki antrenmanda sahada yer alıyor ve hatta kaptanın bir gün önceki maçın kadrosundaysa, bu kararla ilgili bir iki kelam etmek gerekir. Zira edilmezse özellikle Turkuaz Medya denilen Fenerbahçe düşmanlarına dedikodu yapmak için fırsat doğar.

Kulüp açıklama yapmadan ve karardan 2 gün sonra başkanımız Ali Koç, Başakşehir maçı öncesinde bir iki kelam etti. Dedi ki enine boyuna düşünülmüş bir karardır. Futbolcuların kadro dışı bırakılma nedenleri aynı değildir. Konuyla ilgili açıklamayı Salı (2 gün daha) günü yapacağız.

Kararın alınmasından Ali Koç'un açıklamasına, o açıklamadan dünkü FBTV programına dek başta Turkuaz Medya olmak üzere Fenerbahçe düşmanı ne kadar kişi varsa ellerinden geleni artlarına koymadılar yalan söyleme yarışında.

İtirazım bunlara zemin hazırlanmasına yol verecek uygulamaydı.

Dün başkanımız Ali Koç, oyuncular ve aslında daha büyük bir sorun olan antrenörlerle ilgili açıklamalar yaptı, FBTV'de canlı yayında. Ortada büyük bir sorun var. Ancak başkanımızın bu anlatıların cezasını hukuki yoldan en ağır şekilde verileceği adımlarını atacağından adım gibi eminim. Keşkde sadece cezayla kalmasa, bütün iplikler pazara çıkarılıp bu kişilerin bu mesleği icra edemeyecek hale gelmeleri sağlansa.

Diğer konu ise özellikle Volkan'ın kadro dışı nedeni (yönetim haklıdır) ve devamında yapılacaklar. Umarım Volkan özür diler ve tuttuğu takımın formasını yeniden gururla giymeye devam eder. Atıf ve Dirar'ın durumları benim açımdan çok da önemli değil.

Aslında anlatmak istediğimi sona sakladım. Sevgili başkanımızın artık bu kadar detayla şahsen uğraşmaması, uğraşsa bile yarın hesap verme gibi algılanabilecek bu açıklamaları, hem de bu kadar detayla yapmaması gerek. Biz her şekilde ardında olduğumuzu beyan ettik kongrede. Arkasındayız. Misal Cocu devam derse Cocu, yok değil aldım görevden derse yeni teknik adam desteğimizi alır, almalı. Bu nedenle  yok o ona bunu demiş, yok bu şu yanıtı vermiş, beriki demiş halı, diğer demiş cenaze gibi detaylara cidden gerek yok. Vur devir başkan, açıklamayı da yazılı yolla bu kaliteli Türk basınına. Oradan yalana devam edeceklerse de ver mahkemeye, yap yalanlamayı. Detayla zaman kaybetme güzel başkan, detayda boğulma.

MAÇTAN SONRA KISA KISA YAZILARI ve SOSYAL MEDYA





Önceleri forumlar vardı. Her yerde olduğu gibi katılımcı arttıkça kalite düştü. Zaten daha hızlı bir hale geldi İnternet. Sonraları blog işi tavan yaptı. Güzel işti. Kendi kendimize konuşurken (yazarken) düşüncelerimizi insanlarla paylaşabiliyorduk. Hayat hızlandı, ifadeler daha kısa hale gelmek zorunda kaldı. Facebook, ilk çıktı ilk bozuldu. Twitter son sürat geldi öne geçti. 140 derken 200 küsur karakterle anlatır olduk istediğimiz. Zaten okuma alışkanlığı olmayan bizler hep kısa cümlelere yöneldik. Blog işi geriye düştü, azaldı, azaldıkça bitti. Ben hala özellikle maçlardan sonra kendimle konuşmaya devam ettim. Fikre katılan oldu, mesaj atarak konuya katılan oldu, beğenen beğenmeyen oldu. Konuştuk. Falan filan.

Ülke insanının hadsizliği tam da bu arada tavan yaptı. Sosyal medyanın kontrol edilemez hali, insanımızın kendini zaten kontrol etmemesiyle birleşti, fizik profesörüne fizik, doktora ameliyat öğretir olduk. Elbette hayatımın en önemli şeyine Fenerbahçe'ye de had bildiren, hocaya taktikleri, oyunculara futbolu, yöneticilere kulüp yönetmeyi öğreten hadsizler çıktı. Topa vurmamış olan pas atmayı, maça gitmemiş olan orta yapmayı (hem de orta açmak gibi aptal deyimlerle) öğretmeye çalıştı.

İş eleştirinin çok ötesine geldi artık. Hayatını futboldan kazananlara topçu değil, hoca değil, çöp gibi eleştiri ve hakaretler millete yapmak zorunda olduğu şeyler gibi gelmeye başladı. Milli takım ve ülkenin en büyük takımın sol bekine çöp deme cüretini gösterebildi sayısız insan. Beğenmiyorum demek hak ve kolayken, topçu değil demeyi tercih edenler çoğaldı. Artık bizden daha çok. Biz mi kimiz? Biz futbol, basketbol ve tuttuğu takıma hayran, aşık olan, bu işi anlamaya çalışırken yorumlayan kişileriz. Kişilerdik. Onlar daha fazla artık. İki etkileşim için bir gün büyük hoca Cocu ertesi gün Ersun Yanal göreve, bir sonrasında Cocu'ya süre tanımak gerek diyen yanardönerler. Onlar kişiye göre yorum yapan, birbirinden farklı olayları çorba yapıp haklı ama hep haklı çıkanlar.

Bu nedenle artık maçtan sonra yazılarının linklerini, bu tarz insanların ön plana çıkma isteklerine benzettiğim için sosyal medya üzerinde paylaşmayacağım. Çünkü aynı çuvalın içinde değerlendirilmek istemiyorum onlarla. Hala blog okuyan, hala yazıya fikre değer veren varsa, zaten takip edip bakar bloguma.

Artık sizi sosyal medya üzerinden tetiklemeyeceğim gibi, Twitter platformundaki @HayatimFener hesabını da kullanmayacağım. Maçtan Sonra Kısa Kısa yazıları da fırsat buldukça yer alacak blogda. Bu da tamamen blogların yaşam süresiyle paralel ilerleyecek.

Kalın sağlıcakla.

FENERBAHÇE 2-3 KAYSERİ, MAÇTAN ÇOK SONRA KISA KISA




"Size şampiyonluk sözü veremem. Övünçle gururla sokakta gezeceğiniz bir Fenerbahçe sözü veririm" dedi Ali Koç seçim öncesinde. Bunu gerçekleştirmek için inandığı ve güvendiği kişi Comoli ve Cocu ise ben her zaman olduğu gibi Fenerbahçe başkanının arkasındayım. Ancak Cocu'nun bugün çıkardığı kadronun ve oynattığı oyunun ve hatta oyuna müdahalelerinin geleceğe dair bir umut vermediğini de ifade etmeliyim.

Harun
Şener - Roman - Skertel - Hasan Ali
Reyes
Elmas - Ekici
Ayew - Valbuena
Slimani


4-3-3 gibi sahaya çıkan bir takım. İlk soru işareti stoper olarak bildiğimiz Reyes'in hem de daha takımlar sınırlı sayıda idmana çıkmasına rağmen, orta sahada defansif konumda görevlendirilmiş olmasıydı. Nitekim öndeyken de beraberliğe düştüğümüzde de ete süte dokunmayan bir şekilde oynadı Reyes. Cocu'yu anlamadım ben Reyes konusunda. İşin ilginç olan kısmı, Reyes'in de anlamamış olduğunu düşünmem.

İlk maçlarda güçsüzlük mü yoksa uyum sorunu mu desem bilemediğim ancak oyununa bir şeylerin etki ettiği, top ezen, zaten tutamaz gibi duran Ayew'in yine on birde olması da aslında beklediğim bir şey değildi.

Kayseri ise geçen yıllardan farklı değil. Unutmadan hatırlatayım, bu maçla birlikte son 3 sezondaki Kadıköy maçlarında Kayseri'ye karşı durumumuz şu; 1 yenilgi, 2 beraberlik, atılan 8 gole karşılık kalemizde gördüğümüz 9 gol. Ayrıca Kayseri'ye sahada hakem tarafından tanınan "sen deplasman takımısın, vur kır parçala"  toleransıyla birlikte gelen sert ve kartsız futbol işimizi daha zorlaştırdı.

Sadece çıkan kadroda değil bireysel olarak futbolcularda da sorunlar var. Valbuena'nın tahmini ve durdurulması kolay futbolu, beklerimize verilen hücuma çıkmama emri veya kendilerinin önlerinde oynayan kanat oyuncularının yardımlaşma sorunları nedeniyle refleks olarak hücuma yeterince çıkmamaları, stoperlerin yapısal nedenle topla çıkamamaları ve oyun kuramamaları, bunların başlıcaları.

Rakip bırakın baskı yapmayı, oraya oyuncu yerleştirmeyi, ceza alanı çevresinde yere 3 tane forma atsa topu oyuna sokamayacağız. Büyük sıkıntı.

Görülen o ki Cocu 4-3-3 deneyecek. Çok sevdiğim ve futbol bilgisine saygı duyduğum bir Hollandalı dostum, Cocu ile sözleşme imzalandığında, kendisinin takıntılı bir inatçı olmadığını, elindekilere göre bir sistem oluşturduğunu söylemişti. Bizde nasıl bir yol izleyecek bilemiyorum açıkçası.

Gelelim bireysel performanslara.



Harun'un oynatılması iyi. Volkan'a hak etmediği bir veda bize yakışmaz. Taraftarın bir kısmının, seyircilerin neredeyse tamamının bir delirme yaşadığı ortamda Volkan'la başlamak gereksiz bir risk olurdu. Ancak Harun'ın ilk maçında 2 hatalı golle sahne alması da özellikle maçın ilk yarısındaki görüntüsü sonrası kötü oldu. İlk golde defansı tanımamasının bedelini ödedi. Golün geldiği serbest vuruş ve öncesine ayrıca değineceğim. Yaklaşık 40 metreden hem yüksekten yani sert gelmeyen bir serbest vuruş sonrasında topun altı pasa inmesine, stoper ne kadar hatalı olursa olsun izin vermemeliydi. Bu sorun uyum sorunu. Alışınca stoperlerinin ne yapıp ne yapmayacağını bilecek. Diğer golde ise bir duruş sorunu yaşadı. Evet gol çok zeki ve şık bir vuruş sonrasında geldi. Gafil avlama niyeti, gerçeğe dönüştü. Ancak Harun, top harekete geçmeden harekete geçince buna fırsat tanıdı.

Şener Isla'dan hücum anlamında iyi göründü. Ancak ilk golün geldiği serbest vuruş öncesinde rakibinin çalımına çok anlamsız bir hamleyle yanıt veremeyince hızlı akının başlamasına neden oldu. Çalım yemesi önemli değil. Doğaldır. Ancak yaptığı saçma hamle ile rakibe yol vermemeli.

Roman dümdüz bir stoper. Bildiğimiz Türk stoperi. Altyapıdan gelen bir oyuncuya eşit şartta imkan tanınsa Roman'dan daha kötü olur mu, bunu tartışmak gerek.

Skertel stoperlerin delisi olmalı. Yani hamle önceliği olan, oyun kurmaktan çok rakiple boğuşacak olan. Bu nedenle Reyes'in performansı çok önemli olacak.

Hasan Ali her zamanki standart oyunundan aşağı düşmedi. Taraftarın onu bağrına basması doğru ve nefis. İlk golün asistini yapması da mükemmel.

Ekici bu takımın merkez zekası olabilecek tek kişi gibi duruyor. Elbette yeni imzalayanları katmadan konuşuyorum. Umarım sakatlıkla boğuşmaz.

Elif kendisinden bekleneni zaman içinde verecek. Bunu aceleye getirmenin kimseye faydası yok. Dinamizmi, enerjisi, sorumluluk alma isteği nefis. Tek sorunu yaptığı faulleri çok bariz yapması. Gereksiz bile olsa, çaktırmadan yapabilmeli. İlk goldeki faulü hem gereksizdi hem de gereksiz şekilde barizdi. Elbette ki o an gerekli olduğunu düşündü ve yaptı. Bunu yaparken el kol hamleleri göstermemeliydi.



Ayew çok güçsüz. Nitekim ikinci yarıda adeta pili bitti. Topla gereğinden fazla oynuyor. Geçtiğimiz maçlarda zemin kötüyken de yaptı bunu. Kadıköy'de zemin düzgün buna rağmen gereksiz bir ispat peşinde gibi pasını zamanında vermiyor. Ancak attığı gole de şapka çıkarmak gerekiyor. Durmadı, top gitti ve fiziğini çok iyi kullandı.



Valbuena kötü. Hem de çok kötü. Kolaylıkla tahmin edilebiliyor ne yapacağı. Önlem alması kolay. Zaten fizik olarak rahatlıkla ezilebilecek bir durumda. Maç içinde uzun süreli oyunlarda verim almak mümkün olmayacak. Yaşının da verdiği etkiler var. Ama hepsinden önemlisi kanadında gerisinde oynayan oyuncuya büyük bir yükü var. Bek bindirse topu zamanında atmıyor veya hiç atmayabiliyor. Ekici'nin ilk yarıdaki müthiş pasında sol ayağıyla doğru bir vuruş yapacağına, topa sağ ayağıyla vurmaya çalıştı. O açıyla kaleyi bulma olasılığı azdı zaten. Defansa katkısı sınırlı. İkinci golde gereksiz bir şekilde merkeze doğru -ki o sırada o konumda oyuncumuz vardı- hamle yaparak Hasan Ali'yi iki rakibe karşı tek başına bıraktı. Evet o pozisyonda rakip zorlamadan hızlı bir orta yaparak sonuca vardı. Ama iki kanat oyuncusunun Hasan Ali'nin üzerine gitmesi durumda sol stoperin kademeye girmek için yerini (adamını) boşaltmak zorunda kalması muhtemeldi. Olasılıkları geçtim, Valbuena defans dengesini bozacak bir hamle yaptı. Bunu sıkça yapıyor maç içinde. Eğer takım dengesi bir oyuncu için bozulacaksa, bu riske girilecekse o oyuncunun takıma olacak katkısının Valbuena katkısının kat kat üzerinde olması gerek. Yani Valbuena bu Fenerbahçe'nin taşıyacağı kalitede bir oyuncu değil.


Slimani'yi çok beğeniyorum. Özellikle iç sahada birkaç maçta 2 ve üzerinde gol atacağını sanıyorum, umuyorum. Topla çok yumuşak, kalın cüssesine rağmen çevik. Toptan kaçmıyor. Rakipten sakınmıyor. Her iki ayağına da çok hakim. Lakin 3 forvetle oynarken yani 4-3-3'ün ileri üçlüsünde Slimani'yi Ayew ve Valbuena'yla bırakır, arkadan da Ekici dışında besleyecek kimseyi koymazsak sonuç hüsran olur.



Frey için bir şey söylemek erken. Takımın fedaisi olacak gibi. Slimani'ye nefes alacak alan açacaktır. Tek sorun şu; ülkede hiçbir takımın forvetleri Fenerbahçe forvetleri kadar faul yapmıyor. Gülmeyin ;) Elbette bu kanaat sevgili hakemlerimizin kanaati. Misal olarak bu maçta Slimani topla rakibinin üstüne giderken, rakibi topa, Slimani rakibe değmeden faul yapıp kart görebildi. Frey'e de aynı muamele uygulanacaktır.

Detaydan tekrar genele geleyim. Cocu bu maçta umut verecek işler yapmadı. Eğer karamsarsanız umudunuzu bile kırmıştır. Reyes'i hem yanlış yerde hem de bu kadar süre oyunda tutması, Reyes'ten önce Ekici'yi oyundan çıkartması sorundu. Ama en büyük sorun maçın son 15 dakikasında sahadakilerin hayatlarında ilk kez birlikte bir gösteri maçına çıkan topçular izlenimi vermesiydi. Malatya ve Göztepe deplasmanları kazanacakken kaybedilen maçlardı. Kayseri maçı ise kazanırken kaybedilen oldu. Geçmiş olsun. Önümüzdeki maçlara bakalım.

BENFICA 1-0 FENERBAHÇE, MAÇTAN SONRA KISA KISA





Özellikle ikinci yarıdaki oyun ve yenilgi kötü. Skor kötü evet ama aslında kötünün iyilerinden. Fark tek. 1-2 yenilmeyi tercih ederdim elbette. Yine de özellikle ikinci yarıdaki oyunumuz sonrasında bu skor turu geçebilmek için deplasmanda alınmış en iyi skorlardan bir tanesi. Bir de soru, Benfica deplasmanına hiç gitmeyelim maçı 0-1 kaybetmiş sayılalım diye sorsam kaçınız itiraz ederdiniz?



Bu maçın ortaya çıkarttığı ve elbette sezona etki edeceğini gördüğüm defolar var. Buna başlamadan önce kadroyu bir yazalım şuraya

Volkan
Isla - Roman - Martin - Hasan Ali
Topal - Elmas
Dirar - Giuliano - Valbuena
Alper



Cezalı olan Josef dışında geçen sezonla aynı kadro. Evet ne transfer oldu zaten, o ayrı konu da, anlatmak istediğim Cocu'nun Benfica deplasmanına temkinli, turu ilk maçtan kaybetmeyecek kadar tecrübeli bir kadroyla çıkmak istemesi. Bunun adı korkaklık değil. Kişilere göre yorum yapanlar benzer işlere korkaklık dedi zamanında. Notumuzu alalım.



Kim sırıttı? Bence Giuliano ve Valbuena oynadıkları süre boyunca, özellikle ikinci yarıda Isla. Bu oyuncuların kötü performanslarını Martin ve Volkan'ın normalin üstündeki oyunları, Alper'in ekstra çabası Dirar ve Hasan Ali'nin oyun bilgileri kapattı. Bir de elbette maçın yorumcusu Mustafa Doğan ;) 38. dakikada yoruldu, artık destek veremiyor dediği Valbuena 68'de oyundan çıkarken bu dakikaya kadar elinden geleni yaptı yorumuyla uğurladı saha kenarına. Ercan Taner'in yayıncı kuruluşa dönüşünü de bu paragrafta kutlayayım.



İkinci yarıda yediğimiz baskıda topu tutacak, topu tutacak oyuncuya top iletecek oyuncu eksikliği çok bağırdı. Soldado'nun sakatlığı şanssızlık, giden Fernandao ile Janssen'in yerine sahaya çıkacak bir forvet olmaması sorun. Saha için lideri Topal olacaksa yine sıkıntı. Bunlar ilk fırsatta düzeltilmesi gerekenler. Stoperde de sorun var beklerde de.



Geçen sezon zor bir sezondu, kendi ellerimizle hazırladık, Cüneyt Çakır'ın Galatasaray maçında vermediği penaltılarla hediye ettik şampiyonluğu. Bu sezon daha da zor. Avantajımız taraftarın geri dönüşü. Bu dönüşü de kendisine prim yapacak işlerle çöpe atmaması gerek. Demek istediğim şu, taraftar kendisi için değil Fenerbahçe için hareket etmeli. Maçın gidişatına göre tezahürat, anlamsız yerde telefon ışığı şovları, tempoyu düşürecek arabesk şarkılar ve hepsi kadar önemli cezaya neden olacak küfürlerden vazgeçmesi gerek.



İlk hedef Bursa maçını kazanıp buradayız mesajıyla başlamak sezona. Geçen sezon iç sahada kaybettiğimiz puanlara bir kez daha bakmamız gerek. Ve ikinci hedef Şampiyonlar Ligi'nde gruplara kalmak. Ama Avrupa Ligi demeyin, girdiğimizde sıfır puan çeksek bile o gruplara girilmesi gerek. Bu hedefte ilk adım Benfica rövanşı. Takım nasıl hazırlanıyorsa bizim de öyle hazırlanmamız gerek. Bu sezonun ilk kırılma anı olacak.


BAŞLIYORUZ




Yeniden kampanyasını genel olarak başarılı bulmakla beraber, sezonun açılışında bu ifadeyi kullanmak istemedim. Zira söyleyeceklerim var. Geçiyorum sezon açılışına. Ligden önce Şampiyonlar Ligi ön elemesiyle başlıyoruz. Rakip Benfica. Bizim onları seçtiğimizden duyduğumuz rahatsızlık kadar onlar da duyuyordur, merak etmeyin.

İlk maçı kazasız (yenilmeden) belasız (sakatlık olmadan) atlatırsak, hele bir de deplasmanda gol atmayı başarırsak, tadından yenmez bir akşam olur. İyi başlasın iyi sürsün. Bu sezon çok önemli bir sezon. Her alanda her konuda çok önemli. Sarı Kanaryaların bize ihtiyacı var. Bizim de onlara. Gazamız mübarek olsun.

1959 ÖNCESİ ŞAMPİYONLUKLARIMIZ




Konuyu hepiniz biliyorsunuz. Dün itibarıyla 1959 öncesindeki şampiyonluklarımızı saymayan TFF, 2018/19 sezonunun Lefter Küçükandonyadis sezonu olacağını açıkladı. Lefterimizin futbol olarak kazandığı başarıları aşağıda;

Milli Lig (3): 1959, 1960-61, 1963-64
İstanbul Futbol Ligi (3): 1947-48, 1956-57, 1958-59
Milli Küme (1): 1949-50

Bu başarıların bir kısmını saymayan, adeta ciddiye almayan TFF bir utanmadan onun adını sezona veriyor.



Yönetimimizin kendisine uygun tavrıyla bu konuya müdahale etmesini bekliyorum. Sezona efsane oyuncumuzun adının verilmesine bir teşekkür açıklaması yapılıp, 1959 öncesi şampiyonluklara üstüne bastıra bastıra değinilebilir.

TFF'nin yaptığı utanmazlıktır, bu utanmazlığı bir rüzgara çevirmek mümkündür. Umarım büyük bir kamuoyu yaratma fırsatını değerlendiririz.

3 TEMMUZ




Yazan, oynayan, bilerek yangını körükleyen, inansın inanmasın çıkarı uğruna Fenerbahçe zarar görsün diye çalışan, piyon olan, alet olan, inansın inanmasın çıkarı uğruna topluma etki eden, algı yaratan, Fenerbahçeli olmasına rağmen sadece kişilere olan nefreti nedeniyle şike kumpasçılarıyla aynı kaba işeyip aynı kaptan beslenen kim varsa, hepsinin teker teker belasını versin Allah. Bunlardan bir tanesi dahil gün yüzü görmesin, mutlu olamasın, acı çekmekten kurtulamasın.

Fenerbahçe'ye şikeci diyen orospu çocuğudur. Nokta.

TEŞEKKÜRLER FERNANDAO




Acısıyla tatlısıyla, günahıyla sevabıyla geçen 2 sezon sonrasında Suudi Arabistan'ın Al Wehda takımına transfer oldu. Yaptıkların için teşekkürler, yapamadıklarına da sağlık olsun diyelim. Güle güle Hayvandao.




FENERBAHÇE 3-1 TOFAŞ




Hafta sonu ev sahibi avantajıyla rüzgarı kendisine doğru çeviren, çevirdiğini sanan Tofaş, haftanın ilk günü hakemlerle bir olan Tofaş'a TOPUNUZ GELİN deyip seriyi 3-1'e, şampiyonluğu İstanbul'a taşıyan Fenerbahçe.



Hakemlerin çelme takmaya ayağın takılması, yürümeye yok ulan bir şey dediği, 24'ten 17 çıkarıp 8 bulduğu, bize yapılan faullere ses çıkarmadığı bir maç daha olur mu? Olur. Olsa da bu kadar oluyor işte. Topunuz gelin.



Hayaller gerçek olacak mı bakalım? Aziz Yıldırım'a giden teklif olumlu yanıt bulacak mı? Aziz Yıldırım kongrede tepki aldığı taraftarın önüne bir kez daha çıkmak isteyecek mi?

Sonuç; Ozan Balaban'ın bulunduğu bir kupa törenidir, fazlası olmaz.

FENERBAHÇE 2-0 TOFAŞ





Daha zor geçen bir maç.
Obradovic'in Sinan'ı ilk kez bu kadar şiddetli uyardığı maç.
Uyarı sonrasında Sinan'ın sezonun belki de en iyi performansını gösterdiği maç (tesadüf).
Obradovic'in Sinan'ın mükemmel bir savunmasını saha içine kadar girip kutladığı maç.
Sezonun iç sahadaki son maçı (muhtemelen).
Seyirci/müşterinin maçın son 50 saniyesinde 6 sonra 4 sayı farkla öndeyken yani rakibin umudu daha bitmemişken salonu terk ettiği maç.
Bu takım yapılan bilmem kaçıncı ayıbın yaşandığı maç.
Sezon boyunca, hatta geçen sezonlar boyunca da, sarı tribünün imza attığı maç.
Hakemlerin için ettiği maç.
Final serisindeki ikinci maç.
Bitti.

FENERBAHÇE 1-0 TOFAŞ




Kasıtlı mı bilemiyorum ama Fenerbahce.org 40 sayı fark attığımız maçın skorunu değil serinin durumunu yazmış manşete. Rakibe saygıdan mı yoksa kendi kendime mi gelin güvey oluyorum bilemedim. Bildiğim tek şey, iki oyuncusu diskalifiye edilen Tofaş'ın, hem de Ali Koç'u başkanlığa getirmiş, hem de salonu tıklım tıklım doldurmuş, barajı aşacak bir nehir gibi coşkulu bir Fenerbahçe'ye karşı şansı olmadığıydı. Nitekim fark ortada. Sadece bir hafta önce taraftarın ilgisizliğinden haklı olarak yakınan Obradovic'in gönlünü biraz olsun aldıysak ne mutlu. Taraftarla tezahürat yapan başkan, o başkanın yanında bulunan taraftar yönetim kurulu üyeleri. Çok güzel bir dönem başlıyor galiba.

FENERBAHÇE SPOR KULÜBÜ BAŞKANI ALİ KOÇ





Bir kulübü büyük yapan taraftarlarıdır. Kulübün geleceğine taraftarlar adına taraftarların isteğiyle taraftar kongre üyelerinin büyük çalışmasıyla birlikte karar verildi. Kongre üyesi de olan taraftarlar Ali Koç'u hem de ezici bir farkla başkan seçti. İnandı, güvendi, başkanımız ol istedi. Bugün güneş başka doğdu. Gerçekten başka doğdu.

Ben bu seçimin ülkeye ışık tutup moral vereceğini, Haziran ayının daha başka güneşlere gebe olduğuna inanıyorum.

İSTANBUL'DA İLK KEZ




3 Haziran 2018. Tarihi gün. Bugün Güneş ilk kez saat 19.00-20.00 sularında doğdu. Ben canlı yaşadım, şükürler olsun.

BEDANKT KUYT




22 Aralık 2012 imiş o gün. Kuyt için üzüldüğüm belki de tek gün, Fenerbahçe'deki kariyerinde. Fenerbahçe Karabükspor'a 1-3 yenilir evinde. Bir hafta önce de deplasmana Galatasaray'a yenildiği için taraftar kızar. Kuyt maç sonunda, daha önce vatandaşı PvH'nin yaptığı gibi tüm tribünleri dolaşarak alkışlar. Bunu her maçtan sonra yapmaktadır aslında. Ancak yenilgiyle yönetimi ve Aykut Kocaman'ı istifaya davet den kızgın taraftara Kuyt'u da ıslıklar, yuhalar. O koca adam ise boynunu eğer, özür dileyerek tribünleri selamlamaya devam eder. Çok üzüldüğüm anlardan birisidir bu. Kuyt için de ilk ve sondur belki de. İçimde ukde kalmıştır.

Kuyt ertesi sezon Ersun Yanal yönetimindeki Fenerbahçe'yle, kariyerinin ilk lig şampiyonluğunu yaşar, sonraki sezonlarda da ayrılıp Feyenoord'a geri döner. Orada, Rotterdam'da, Feyenoord'un 18 yıl sonra (1999) kazandığı 15. şampiyonluğunda büyük pay sahibi olur. 36 yaşına aylar kalmışken, bir hafta önce deplasmanda ilan edemedikleri şampiyonluklarını, son hafta De Kuip'te hem de Kuyt'un attığı 3 golle ilan ederler.


Ancak planlansa, kurgulansa bu kadar güzel olacak bir son maç yaşar Kuyt. Ve futbolu bırakır. Daha sonra da Feyenoord'la gelen teklif üzerine bu defa da altyapıda çalışmak üzere anlaşır.

Giriş bu. Aylar sonra bir haber görüyorum webde, Kuyt'un jübile maçı. 27 Mayıs 2018 tarihinde son defa çıkacağı açıklanıyor De Kuip'e. Aklıma ıslıklandığı o maç sonu geliyor. Bu defa orada yanında olmak istiyorum. Yapmadığım bir hatayı vicdanen telafi etmek istiyorum aslında. Kuyt'un elbette bundan haberi falan yok :)

Plan yapıyorum ancak çok kritik bir döneme geliyor. O hafta sonu Fenerbahçe Spor Kulübü kongresi var gibi duruyor. Bilet alamıyorum, plan yapamıyorum. Çünkü Önce Fenerbahçe. Zaman geçiyor. Ağır aksak giden ligi hemen öncesinde kupayı kaçırıyoruz. Euroleague şampiyonluğu de gelmiyor bu sezon. Öncesinde mi sonrasında mı tam hatırlamıyorum şu anda, kongre tarihi de açıklanıyor. Güneşin doğacağı gün 3 Haziran. 2-3 Haziran'da İstanbul'da kutsal topraklarda olmak zorundayım.

Kuyt'a saygıyı kaçırmayacağım. Feyenoord'da çalışan dostum Gido sağ olsun yön gösteriyor. jübile için biletten sonra uçak biletini ayarlıyorum. O da Çin'den dönüyor aynı dönemde, Cumartesi günü Amsterdam üzerinden Rotterdam'a geçiyorum, buluşuyoruz.

Pazar günü saat 14.00'teki organizasyon için yola çıkıyoruz, De Kuip'e doğru. Yol kısa. Yanımızda Gido'nun babası ve kızları da var. Üzerimde armamızın olduğu bir tişörtleyim. Stadyumda iniyoruz tramvaydan. Biletimizin bulunduğu tribünün girişine yönelirken etrafta onlarca çubuklu giymiş taraftarı görüyorum.

Tribünde yerimizi alıyoruz. Görüntü enfes. Stadyum Kuyt için süslenmiş. Önce sahaya çocuklar çıkıyor. Aralarında Kuyt'un, Sneijder'in RVP'nin çocukları da var. Ceza alanlarının başlangıç çizisinden başlayan ufaltılmış bir alanda bir maç yapıyorlar. Kuyt'un çocuğunun olduğu takım ekstra destek alıyor. Maçı yöneten ise Feyenoord'un efsane oyuncularından Willem van Hanegem.


Ben elbette tanımıyorum, Gido anlatıyor. Sonra araştırıyorum elbette. van Hanegem 1974 Dünya Kupası ikincisi olan Hollanda milli takımının önemli oyuncularından birisi. Feyenoord ile birlikte de kazanılmış kupaları var, Avrupa Şampiyon Kulüpler şampiyonluğu (1970 - Şampiyonlar Ligi eski formatı), UEFA Kupası 1974, Hollanda lig şampiyonlukları (1969, 1971, 1974), Hollanda Kupası (1969), Intercontinental Cup (1970). Yakasındaki mikrofondan tüm söyledikleri stadyuma yansıtılıyor. Kahkaha tufanı, takılıyor çokça çocuklara.



Skor tabelası olmayan maç sonunda çocuklar babalarıyla birlikte ayrılıyor sahadan.



Sıra babalara geliyor. Dirk Kuyt & Friends bir yanda, hem faal hem emekli oyunculardan kurulu Feyenoord diğer yanda ısınıyorlar. Kuyt'un dostları arasında Volkan, Webo, Baroni, Selçuk, Raul başında ise Gullit'le birlikte Aykut Kocaman var. Feyenoord'da ise PvH ve RvP. Bir iki kelam da bu daveti alan Aykut Kocaman'la dalga geçen yavşaklara edeyim. Sapla samanı karıştıran, değerlere saygı duymayan yavşaklarsınız.







Sonra maç başlıyor. Skor tabelası yine yok. Taraftarlar kale arkası tribünde Kuyt'un belki de en önemli golü için bir pankart hazırlamış, onu açıyor. Maç boyunca resmi maç gibi tepkiler, tezahüratlar.




  








İlk gol Dirk Kuyt & Friends Webo'dan, ikinci gol Feyenoord'un beraberlik golü ise PvH'den. O an Fenerbahçe 1-1 Fenerbahçe oluyor ama skor önemli değil. Zaten tabela yok. En azından ben bulamıyorum :)

Maç bitiyor, takımlar soyunma odasına gidiyor. Kısa bir süre sonra bu defa Feyenoord ile Hollanda milli takımı karşılaşacak. Hollanda milli takımının başında Louis van Gaal var. Demin unuttum kusura bakmayın, Feyenoord'un başında da Ronald Koeman. Soyunma odasına giden PvH'nin yerine ise Roy Makaay ve göbeği sahada.






Asıl sürpriz bir önceki maçta Dirk Kuyt & Friends formasıyla oynayan Gerard'ın sahaya Feyenoord formasıyla çıkması oluyor. Tribünler de onu You'll Never Walk Alone ile selamlıyor.



Kuyt milli forma ile oynuyor. Milli takım oyuncuları anons edilirken Ajax oyuncularını ıslıklayanlar var. En çok tepkiyi Sneijder alıyor. Sneijder'in taca giden şutu gerginliği alıyor. Daha sonra attığı gol alkışlanıyor.

Maçın sonlarına doğru Kuyt kenara alınıp Feyenoord formasını giyiyor ve tekrar sahaya giriyor. Kalan dakikalar Kuyt'a gol attırmak amaçlı. Lakin van der Sar niyetli değil gibi duruyor. Üst üste kurtarışları alkış değil şakayla karışık bir homurtuyla karşılanıyor. Son anda hakemin finali yapmak için çaldığı penaltı vuruşunu gole çeviriyor Kuyt. Feyenoord formasıyla attığı gol sonrası ona sarılan ilk oyuncu Hollanda formalı RvP oluyor. Sonra gözyaşları elbette.





Kuyt maç sonunda, Fenerbahçe'de her maç sonrasında yaptığı gibi tüm tribünleri dolaşmaya başlıyor. Yanında evlatları, gözlerinde yaşlar. Ve en sonunda, şampiyon takımın sahaya çıkışında selam duran rakipler gibi, soyunma odası koridoruna giriş kapısı önünde duran dostlarının arasından, yeşil sahalardan ayrılıyor. Futbolcu olarak.











Not : Fotoğrafların güzel ve net olanları www.feyenoord.com'a aittir.