BEDANKT KUYT




22 Aralık 2012 imiş o gün. Kuyt için üzüldüğüm belki de tek gün, Fenerbahçe'deki kariyerinde. Fenerbahçe Karabükspor'a 1-3 yenilir evinde. Bir hafta önce de deplasmana Galatasaray'a yenildiği için taraftar kızar. Kuyt maç sonunda, daha önce vatandaşı PvH'nin yaptığı gibi tüm tribünleri dolaşarak alkışlar. Bunu her maçtan sonra yapmaktadır aslında. Ancak yenilgiyle yönetimi ve Aykut Kocaman'ı istifaya davet den kızgın taraftara Kuyt'u da ıslıklar, yuhalar. O koca adam ise boynunu eğer, özür dileyerek tribünleri selamlamaya devam eder. Çok üzüldüğüm anlardan birisidir bu. Kuyt için de ilk ve sondur belki de. İçimde ukde kalmıştır.

Kuyt ertesi sezon Ersun Yanal yönetimindeki Fenerbahçe'yle, kariyerinin ilk lig şampiyonluğunu yaşar, sonraki sezonlarda da ayrılıp Feyenoord'a geri döner. Orada, Rotterdam'da, Feyenoord'un 18 yıl sonra (1999) kazandığı 15. şampiyonluğunda büyük pay sahibi olur. 36 yaşına aylar kalmışken, bir hafta önce deplasmanda ilan edemedikleri şampiyonluklarını, son hafta De Kuip'te hem de Kuyt'un attığı 3 golle ilan ederler.


Ancak planlansa, kurgulansa bu kadar güzel olacak bir son maç yaşar Kuyt. Ve futbolu bırakır. Daha sonra da Feyenoord'la gelen teklif üzerine bu defa da altyapıda çalışmak üzere anlaşır.

Giriş bu. Aylar sonra bir haber görüyorum webde, Kuyt'un jübile maçı. 27 Mayıs 2018 tarihinde son defa çıkacağı açıklanıyor De Kuip'e. Aklıma ıslıklandığı o maç sonu geliyor. Bu defa orada yanında olmak istiyorum. Yapmadığım bir hatayı vicdanen telafi etmek istiyorum aslında. Kuyt'un elbette bundan haberi falan yok :)

Plan yapıyorum ancak çok kritik bir döneme geliyor. O hafta sonu Fenerbahçe Spor Kulübü kongresi var gibi duruyor. Bilet alamıyorum, plan yapamıyorum. Çünkü Önce Fenerbahçe. Zaman geçiyor. Ağır aksak giden ligi hemen öncesinde kupayı kaçırıyoruz. Euroleague şampiyonluğu de gelmiyor bu sezon. Öncesinde mi sonrasında mı tam hatırlamıyorum şu anda, kongre tarihi de açıklanıyor. Güneşin doğacağı gün 3 Haziran. 2-3 Haziran'da İstanbul'da kutsal topraklarda olmak zorundayım.

Kuyt'a saygıyı kaçırmayacağım. Feyenoord'da çalışan dostum Gido sağ olsun yön gösteriyor. jübile için biletten sonra uçak biletini ayarlıyorum. O da Çin'den dönüyor aynı dönemde, Cumartesi günü Amsterdam üzerinden Rotterdam'a geçiyorum, buluşuyoruz.

Pazar günü saat 14.00'teki organizasyon için yola çıkıyoruz, De Kuip'e doğru. Yol kısa. Yanımızda Gido'nun babası ve kızları da var. Üzerimde armamızın olduğu bir tişörtleyim. Stadyumda iniyoruz tramvaydan. Biletimizin bulunduğu tribünün girişine yönelirken etrafta onlarca çubuklu giymiş taraftarı görüyorum.

Tribünde yerimizi alıyoruz. Görüntü enfes. Stadyum Kuyt için süslenmiş. Önce sahaya çocuklar çıkıyor. Aralarında Kuyt'un, Sneijder'in RVP'nin çocukları da var. Ceza alanlarının başlangıç çizisinden başlayan ufaltılmış bir alanda bir maç yapıyorlar. Kuyt'un çocuğunun olduğu takım ekstra destek alıyor. Maçı yöneten ise Feyenoord'un efsane oyuncularından Willem van Hanegem.


Ben elbette tanımıyorum, Gido anlatıyor. Sonra araştırıyorum elbette. van Hanegem 1974 Dünya Kupası ikincisi olan Hollanda milli takımının önemli oyuncularından birisi. Feyenoord ile birlikte de kazanılmış kupaları var, Avrupa Şampiyon Kulüpler şampiyonluğu (1970 - Şampiyonlar Ligi eski formatı), UEFA Kupası 1974, Hollanda lig şampiyonlukları (1969, 1971, 1974), Hollanda Kupası (1969), Intercontinental Cup (1970). Yakasındaki mikrofondan tüm söyledikleri stadyuma yansıtılıyor. Kahkaha tufanı, takılıyor çokça çocuklara.



Skor tabelası olmayan maç sonunda çocuklar babalarıyla birlikte ayrılıyor sahadan.



Sıra babalara geliyor. Dirk Kuyt & Friends bir yanda, hem faal hem emekli oyunculardan kurulu Feyenoord diğer yanda ısınıyorlar. Kuyt'un dostları arasında Volkan, Webo, Baroni, Selçuk, Raul başında ise Gullit'le birlikte Aykut Kocaman var. Feyenoord'da ise PvH ve RvP. Bir iki kelam da bu daveti alan Aykut Kocaman'la dalga geçen yavşaklara edeyim. Sapla samanı karıştıran, değerlere saygı duymayan yavşaklarsınız.







Sonra maç başlıyor. Skor tabelası yine yok. Taraftarlar kale arkası tribünde Kuyt'un belki de en önemli golü için bir pankart hazırlamış, onu açıyor. Maç boyunca resmi maç gibi tepkiler, tezahüratlar.




  








İlk gol Dirk Kuyt & Friends Webo'dan, ikinci gol Feyenoord'un beraberlik golü ise PvH'den. O an Fenerbahçe 1-1 Fenerbahçe oluyor ama skor önemli değil. Zaten tabela yok. En azından ben bulamıyorum :)

Maç bitiyor, takımlar soyunma odasına gidiyor. Kısa bir süre sonra bu defa Feyenoord ile Hollanda milli takımı karşılaşacak. Hollanda milli takımının başında Louis van Gaal var. Demin unuttum kusura bakmayın, Feyenoord'un başında da Ronald Koeman. Soyunma odasına giden PvH'nin yerine ise Roy Makaay ve göbeği sahada.






Asıl sürpriz bir önceki maçta Dirk Kuyt & Friends formasıyla oynayan Gerard'ın sahaya Feyenoord formasıyla çıkması oluyor. Tribünler de onu You'll Never Walk Alone ile selamlıyor.



Kuyt milli forma ile oynuyor. Milli takım oyuncuları anons edilirken Ajax oyuncularını ıslıklayanlar var. En çok tepkiyi Sneijder alıyor. Sneijder'in taca giden şutu gerginliği alıyor. Daha sonra attığı gol alkışlanıyor.

Maçın sonlarına doğru Kuyt kenara alınıp Feyenoord formasını giyiyor ve tekrar sahaya giriyor. Kalan dakikalar Kuyt'a gol attırmak amaçlı. Lakin van der Sar niyetli değil gibi duruyor. Üst üste kurtarışları alkış değil şakayla karışık bir homurtuyla karşılanıyor. Son anda hakemin finali yapmak için çaldığı penaltı vuruşunu gole çeviriyor Kuyt. Feyenoord formasıyla attığı gol sonrası ona sarılan ilk oyuncu Hollanda formalı RvP oluyor. Sonra gözyaşları elbette.





Kuyt maç sonunda, Fenerbahçe'de her maç sonrasında yaptığı gibi tüm tribünleri dolaşmaya başlıyor. Yanında evlatları, gözlerinde yaşlar. Ve en sonunda, şampiyon takımın sahaya çıkışında selam duran rakipler gibi, soyunma odası koridoruna giriş kapısı önünde duran dostlarının arasından, yeşil sahalardan ayrılıyor. Futbolcu olarak.











Not : Fotoğrafların güzel ve net olanları www.feyenoord.com'a aittir.

ALİ KOÇ BAŞKAN OLACAK




Güneş doğacak. Diyenlerden birisi de benim. Bununla ilgili genel fikrimi geçen hafta paylaşmıştım. İnsanların sevgi veya nefretleriyle hareket etmelerinin yanlış olduğunu düşünüyorum. Elbette karar verirken duygulardan etkilenmek mümkün. Lakin Ali Koç'a Aziz Yıldırım'dan nefret ettiği için değil, Ali Koç'un Fenerbahçe'ye Aziz Yıldırım'dan daha yararlı olacağını düşündüğü için vermek gerekiyor.

Ben oyumu Ali Koç'a vereceğim. Nedeni onu sevmem değil Fenerbahçe'ye yararlı olacağını düşünmem. Oyumu Aziz Yıldırım'a vermeyecek olmamın nedeni de onu sevmiyor olmam değil, Fenerbahçe'ye yaralı olamayacağını düşünmem.

Bunun dışında bir hakaret konusu var. Çizgim belli. Konuşup tartışmaya gerek. Ve elbette bir de terbiyesizlik konusu var. Arkadaşı gibi ismiyle hitap edenler var. Sokakta görse ceket ilikleyip selfie çektirecek olan tipler "Aziz şunu dedi" "Ali bunu yaptı" diye konuşuyor. Yazık. Bu nedenle herhangi birisine terbiyesizlik edeni de ciddiye almıyorum.

Dönelim seçime. Bu işin sevgiyle alakası yok, akılla var. Aklınızı kullanın. Doğru ya da yanlış. Kullanın. Bunu yaparken sadece Fenerbahçe sevgisini kullanın, adaylardan birisine olan sevgi veya nefretinizi değil.

DIRK KUYT




Örnek oyuncu, örnek insan. Son kez çıkıyor yeşil sahalara. De Kuip'te 27 Mayıs'ta eski takım arkadaşları, hocaları ve tribündeki on binlerle birlikte vedasını yapacak. Ben hayatımda sadece Schumacher'in jübilesine gittim. Atlético Madrid ile İnönü'de oynanan, ışıkların kesildiği, jübile sahibini gol yedirerek veda ettiğimiz, Aykut Kocaman'ın resital sunduğu, 3-3 biten maçtı (4 Haziran 1991). Bu defa da Kuyt için Rotterdam yoluna koyuluyorum. 27 Mayıs'ta bir kez daha ama bu defa sadece onun için tribündeki yerimi alacağım.

Kariyeri Utrecht, Feyenoord, Liverpool, Fenerbahçe, Feyenoord arasında geçmiş. İlk lig şampiyonluğunu bir başka Hollandalı Pierre van Hoijddonk gibi Fenerbahçe'de yaşamış, Fenerbahçe'yle bir Türkiye Kupası bir de Süper Kupa kazanmış.

Daha sonra Feyenoord'un yıllar sonra gelen şampiyonluğunda büyük rol oynamış. Hatta şampiyonluk maçında oyuna sonradan girip yaptığı hat-trick sayesinde 3-1 kazanılan maça kocaman bir imza atmış.

Diğer yandan KNVB Cup yani Hollanda Federasyon kupasını bir kez Utrecht bir kez de Feyenoord olmak üzere iki kez kaldırmış.

Milli takımda Dünya Kupası'nda 2010'da ikincilik (Hollanda 0-1 İspanya) , 2014'te üçüncülük (Brezilya 0-3 Hollanda) yaşamış. Liverpool formasıyla bir lig kupası kazanmış, bir kez de Şampiyonlar Ligi finali oynayıp kaybetmiş (2007 Atina finali, Milan 2-1 Liverpool).


ŞAMPİYON FENERBAHÇE




İtilmiş, kakılmış, ülkede (sanırım) sadece kendisi üst üste 6 defa F4 oynamış, bunların 3 tanesinde finale de çıkmış ama hiç kazanamamış, hiç kazanamadığı finallerden bir tanesini Galatasaray'a kaybettiği için küsülmüş, silinmiş, unutulmuş, hor görülmüş, hatta şampiyonluğuyla kendi taraftarı tarafından dalga geçilmiş.

13. Türkiye Şampiyonluğunu sahtekar YDÜ'ye karşı kazandı kızlar. Daha da arttı önemi. Fenerbahçeli olup Fenerbahçe'ye karşı ayak oyunları yapanlara karşı, Fenerbahçeli olup  Fenerbahçe'ye karşı Beşiktaşlıları tribüne parayla toplatıp Fenerbahçe'ye küfrettirene karşı.

Şampiyonluk güzel, değerli. "Şampiyonluk çok mu önemli" diyen başkana sonuna kadar haklı tepki verirken, kazanılmış helal şampiyonluğa burun kıvırmak çelişki. Emeğe saygısızlık.

Bu kızlar değerli, her biri değerli. Fenerbahçe forması değerli çünkü, çubuklu değerli, hem de çok değerli.

Ben teşekkürü borç bilirim.

DÜNYANIN EN GÜZEL TAKIMI



Umut
Üst üste dördüncü F4. Üst üste üçüncü final. Şimdilik final kazanma oranımız %33. Önümüzdeki finallere bakarken bize bu güzelliği bu gururu yaşatan sporcusundan malzemecisine, başkanından koçuna, masöründen şoförüne herkese teşekkür etmeyi borç bilirim.

Sonuç

İsyan

Minnet

Hakim

FENERBAHÇE 3-2 KONYA


Yetersiz kadro, skandal bir hakem yönetimi, rezalet bir federasyon, seçim derdine düşmüş bir yönetim, Fenerbahçe'den çok kendini düşünen seyirciler, küskün ve kızgın taraftar. Sonuç finalde kaybedilmiş bir kupa ile teknik olarak son haftaya kadar uzanmış ama aslında öncesinde sona ermiş bir lig. İkinci bitirmek kalacak gelecek yönetime büyük bir şans. Bu şansı değerlendirmek kolay değil. Yaşayarak göreceğiz.
Artık 2 hedef kaldı. Birincisi bu akşam unvanı korumak. İkincisi ise güneşin doğmasını sağlamak.




DEFENDING CHAMPION



Unvanı koruyan. Şampiyonluk unvanından bahsediyorum elbette ;) Üst üste 4. kez F4. Kadın basketbol takımımız kadar olmadı ama onların hala yapamadığını erkek basketbol takımı üçüncü katılımda yaptı. Yarın (18 Mayıs 2018 Cuma) dördüncü F4 başlıyor. Önce orada görmekten mutluluk duyduğum Zalgiris ile oynayacağız yarı final maçını, saat 19.00'da. İnşallah finalde de CSKA-Real galibiyle. Final 20 Mayıs 2018 Pazar. Ülkede duyarlı belediyeler yine dev ekranları kurdular. Avrupa'nın en büyüğü unvanını korumak için bir maç ve bir maç daha. Sonrası Pazar akşamına.

KARABÜK 0-7 FENERBAHÇE





Konuşacak da yazacak da bir şey yok. Uzatma dakikalarında bir gol yeriz stresiyle maç izleyen ben, farkın 7'ye çıkmasıyla normale dönen ben. Cumartesi günü yıllardır beklediğimiz mucize gerçekleşince hastanelik olacak yine ben. Bırakın oyunu, kadronun bile yazılmaması gereken bir maç. Galatasaray'ın döndüğü gibi +7 averajla dönülen bir deplasman, hepsi bu.

EVLADIMA MİRAS BU SEVDA - mazimde yazılar yatar 13.05.2012




15 Mayıs 2012 tarihinde, blogun eski zamanlarında yazmışım bu yazıyı, tekrar koyayım istedim.

Biz kendi stadımızı mı parçaladık? diye sordu. Dedim Tam olarak değil, kısmen. Anlatması zor tabi. Biraz zorladım, anlattım olanları, nefret yaratmadan. Dedim ki Çok kötü davrandılar kızım bize.

Peki dedi Neden bize kötü davranıyorlar baba? Dedim Bilemiyorum minik kuşum. Kötü insanlar her yerde olabilir.

Her şey karşılıklı demişti, Pazar günü, ona Şampiyon olamadık, Galatasaray oldu biliyorsun değil mi? diye sorduğumda.

Ben de onları kutlamayacağım diye eklemişti. Biz yenince onlar BEN İLGİLENMİYORUM MAÇLA diyorlar ama kazanınca hemen kızdırmaya geliyorlar.

Tebrik etmek gerek demiştim, Onlar arkadaşın.

Ama demişti, Bize şikeci diyorlar.

Örneklerle anlatmaya çalıştım.

Baba dedi Bu Galatasaraylılar hep böyle Beşiktaşlılar da onlara uyuyor. Dedim Olur öyle sen kimseyi takma, seni üzmeye çalışırlarsa, muhatap olmazsın olur biter.

Şampiyon olamadık, bayrağımızı asacak mıyız baba? diye sordu, Çoktan astım minik kuşum, bayrağımızı asmak için başarı bekleyecek halimiz yok dedim. Sonra 12 Mayıs’ta onu stadyuma götürmediğim için ne kadar iyi ettiğimi düşündüm.

Cumartesi (12.05.2012) günü minik kuşum yanımda olsaydı ne yapardım, yarın ne yapmam gerekecek sürekli bunu düşünüyorum. Türlü çareler üretiyorum kafamda, stratejiler belirliyorum. Götürmesem mi yoksa artık minik kuşumu maça? Elbette hayır. İstenen bu zaten. Başarmaya çalıştıkları bu. Önce yeni nesili soğutmaya çalışacaklar o sırada zaten nefret etmeye meyilli olanları iyice dolduracaklar.

Türkiye’nin en modern, en güvenli stadyumunu ve en iyi seyirci grubunu (taraftar+seyirci) bozmak niyetindeler. İtibarsızlaştırıyorlar stadımızı. Kadınların, çocukların en rahat maç izledikleri, maça dakikalar kala rahatlıkla girilebilen, maç sonrasında dışarı çıkmanın iki elin parmaklarını geçmeyecek kadar dakika olduğu yani giriş-çıkışların en rahat olduğu stadyumu terör yuvası haline getirmeye çalışıyorlar. İlk adımı attılar, çıkarttıkları olayları üstümüze yıkıyorlar.

Yapılacak şeyler belli. Ben bugün gidip kombinemi yeniledim bile. Siz de yenileyin. Beklemeyin, ceza meza diye bık bık etmeyin sakın ha. Çocuğunuza anlatın olayları, sadece maç günleri değil her an Fenerbahçe’yi yaşatın ona. Rakibe saygıyı, tolerans göstermeyi de öğretin mutlaka. Bize yapılanları başkalarına yapmayı öğrenmesinler. Bize yapılanların yanlış olduğunu bilsinler ve başkalarına yapmasınlar. Sadece Fenerbahçe’yi sevmeyi öğretin, başka hiçbir kulübe olan nefretlerinin içlerindeki Fenerbahçe sevgisini geçmesine izin vermeyin. Öğrenecekleri tek şey var, Önce Fenerbahçe.

AKHİSAR 3-2 FENERBAHÇE




Önce klasik olanı söyleyeyim, kazanmak da var kaybetmek de. Bir önceki turu Galatasaray'ı mucizevi şekilde yenerek geçen Akhisar'ın finalde çantada keklik olmaması gerekiyordu zaten. Hele hele sezon içinde lig maçlarının her ikisinde de bizi yenebilmiş bir rakibin ters gelmesi de normaldi. Ayrıca bu kupanın son 8 finalinde sadece 2 kez kupaya uzanmış bir takım olduğumuz da işin diğer gerçek tarafıydı.

Ama bunların tamamı kağıt üzerindeki bilgiler. Saha öyle değil. Ayağının topa vururken çimde kaydığı, pas için 50 metre depar atıp verilmeyip kaybedilen top sonrasında aynı 50 metreyi geri koştuğun, rakibin dirseğini göğsünde tekmesini baldırında hissettiğin zaman her şey değişmeye başlar. Bilen bilir. Yorumların bunlar göz önüne alınıp da yapılması, hayatlarının neredeyse tamamını futbolla geçirenlere eleştiri ambalajı altında hakaret edilmemesi gerekir. Hoca değil, topçu musun, sokaktan 4 kişi... Ben dahil elbette.

Kadıköy'de oynadığımız Sivasspor maçıyla birlikte en iyi giriş yaptığımız maç. Nefes aldırmadan kurulan bir baskı. Finallerde rakip genelde bir tartılır. Ne tartması, rakip yokmuş gibi konulmuş bir ağırlık. Eğer istatistikler skora etki eden değerler olsa ilk 25 dakika fark olması gerek tabelada. Ama değil, iyi ki de değil. Olmadığı için güzel zaten futbol. Sürprizlere açık, oyun içindeki köklü değişikliklere açık olduğu için.

O müthiş başlangıcı golle süsleyememek kötü, o baskıya rağmen gol yememiş rakibi cesaretlendirmek kötü. Hepsinden kötüsü, bu kadar istekli saldıran takımın defansif duruşundaki yakışmayan hatalar.

İlk golde her iki defansif orta saha o kadar gömülmüş ki stoperlerin arasına, ribaundu alan rakip kaleye 20 metrelik bir mesafe rahat şut çekebilecek yerde. Yüklenen, yüklenirken defansı da ileri çıkaran takımlarda kaleciler mutlaka ceza alanı çizgisi civarında dolaşması gerekir. Defans arkası toplarda hızlı çıkışları engelleyecek mesafeyi korumak için. Volkan bunu yapıyor. Yapıyor yapmasına da beklese kucağına gelecek topları panik içinde bazen uçarak kafayla bazen dengesiz şutlarla uzaklaştırıyor. Bu yaşta yapmaması gereken hatalar.

Yukarıda bahsettiğim defansif orta sahaların sorunu başka. Bu sorun oyuncu karakteri sorunu. İki defansif oyuncuyla oynanmaz gibi bir iddiam yok. Neden olmasın? Topal'ın veda zamanının geldiği çok ortada.

Tekrar tüm takıma geleyim. Alper'in kendisine gösterilen güveni bu kadar boşa çıkarması trajik. Takım içinde oyunu ve skoru tek başına değiştirme kabiliyeti olan ender kalitelerden bir tanesi. Buna rağmen oyunu bırakıp detaylarda boğulmasının açıklaması tek, psikolojik destek.

Atıf'ı artık konuşmak istemiyorum. Aykut hocanın yaptığı ve bir türlü çözemediğim işlerden birisi. Takımı 10 kişi oynatan oyuncu. Gitse gidemez, dönse dönemez, vursa vuramaz. Yanındaki her oyuncunun oynama isteğini gıdım gıdım bitiren bir tarz. Çok cahilim bu konuda. Tekrarlayayım, Valbuena bu takımın herkesin düşündüğü pozisyondaki ihtiyacını giderecek oyuncu değil. Lakin Atıf'ı taşıyan 10 kişi yetersizliği olduğu söylenen (burası duyum oluyor biraz) Valbuena'yı neden taşımasın? Gece ile gündüz kadar yaratıcılık farkı var aralarında. Kötü anlamda da aynı derece kötü olsalar, yani Valbuena sahada Atıf'ın verdiği zarar kadar zarar verse hesap ortada. Zaten daha fazla da zarar veremez.

Soldado'nun tamamlanmaya ihtiyacı var. Bunu Giuliano bazen yapabiliyor. Ancak gördüğüm Soldado'nun yanına Janssen veya Fernandao'dan birisinin konmasının gerekliliği. Zira oyun zekası çok yüksek Soldado'nun. Atarak veya besleyerek, yanındakinin varlığını kullanarak çok yararlı olabilir. Misal ilk yarıda uzun süreli driplingi sonrasında vurmak zorunda kaldığı şut. Eşlikçisi Giuliano değil de Fernandao olsa defans ve kaleci farklı pozisyon almak zorunda kalırlardı. Bu durumda da Soldado ya dahat rahat bir şut açısı bulabilir ya da atağı asistle tamamlardı.

Kesin olan bir şey var, o da bu anlattıklarıma rağmen kadronun zayıflığı. Evet hocaya kızıyoruz, hatta ben vasat buluyorum günahı boynuma ama bu takımı da bu kalitesizliğe getirenleri unutmamak gerekiyor. Dün sosyal medyada gördüğüm bir yazıdaki gibi sağda Anelka oynuyordu bu takımda şimdi Dirar var, orta sahasında Appiah forvetinde Pierre vardı. Kıyaslamayı yaptığınız zaman aslında Aykut hocanın da elinin kolunun (kendi hataları olmada dahi) bağlı, bağlanmış olduğunu görüyoruz.

Konu dolanı aynı yere geliyor. Bir kan değişikliği lazım. Kulübün silkinmesi için şart bu. Web sitesinin tasarımından o tasarımı yapan grafikere, televizyondaki spikerde belki onun makyajını yapan görevliye, Fenerium'a, oyunculara, hocalara varan ve aslında en tepedeki Aziz Yıldırım'dan başlayacak bir değişim gerekiyor. Kendisine yaptığı her şey için teşekkür edebileceğimiz, bayrağı Ali Koç'a verirken alkışlanacak bir seçim rüyasını kuruyorum kafamda. Olmayacağını da biliyorum. Olsun ben hep Şampiyonlar Ligi finalinin son dakikalarında tribünde gözyaşları içinde tezahürat yapmanın hayalini de kuruyorum. Alex'in o mükemmel golü sonrasında hatırlattığı gibi hayal kurmadan başarmak mümkün değil. Haziran ayının silkinmemizi sağlayacak şekilde olumlu, yukarıdaki hayalimin gerçekleşeceği kadar gururlu geçmesini dilemekten başka yapacağım bir şey yok.

Hatırlatmamı da yapayım, Türkiye Kupası ne oynanma şartları ne de önem olarak konuşulacak bir turnuva değil. Tek özelliği bizim 30 yıla yakın süre kazanamamış olmamızdı, bitti. Bundan sonra da önemli olacağı tek zaman bizim Galatasaray veya Beşiktaş'la eşleştiğimiz zaman olacaktır. Nerede olursa olsun derbidir çünkü.

Not : 

Rakip takımda tebrik etmeyeceğim bir kişi var, Okan Buruk. Fetocu artığının ne tebrik edecek ne de başına bir şey gelse geçmiş olsun diyecek bir değeri yok gözümde.

Bu maçta Janssen'in başka maçlarda özellikle Valbuena sonra Alper ve başka her kimse kendini yere atarak avantaj sağlamaya çalışan tüm oyunculara çok kızgınım.

Bu maçta rakip oyuncunun oyunu bırakacak yorgunluk/sakatlığı varken kendisini yere bıraktığı pozisyon sonrasında topu Akhisar'a vermemek kötü bir andı. Keşke olmasaydı.

FENERBAHÇE 2-1 BURSASPOR




Sadece Bursaspor değil 17 takıma birden atılmış bir 90. dakika golü, hakemden gelen 9 senelik uzatma sonrası kazanılmış bir 3 puan. Tansiyon 28-15, nabız 1873. 2010/11 sezonundaki Antep maçı adeta. Anlatayım mı neler gördüğümü?

Dirar'ın ne kadar önemli olduğunu Alper'in onun pozisyonunda oynadığı zaman fark ettiğimizi geçen hafta anlattım. Aynı durum. Alper'i oynatmam demiyorum. Dengesiz bir oyuncu ama Atıf'tan daha yararlı olacağı kesin. Nitekim dün ilk yarıda aldığı toplarda hep zorladı. Evet kötü kontrol, yanlış pas, beter şutlar var ama takım giderken frene basıp geri dönmek yok. En azından rakibe gösterttiği bir sarı kart var.

Ben hala Atıf'a olan güveni anlamış değilim. Evet Valbuena Fenerbahçe'nin aradığı bir oyuncu değil, o da dengesiz. Ama Atıf'tan geri kalan nesi var? Haydi onu geçtim, Atıf neyi fazla yapıyor Valbuena'dan? Aykut hocanın anlam veremediğim, açıklayamadığım tek kararı Atıf. Açıklayabildiğim kararlarını da empati ile başardığımı düşünüyorum ve katılıyor olmayabilirim.

Döndüm maça. Deniyor ki Valbuena girdi maç geldi. 90. dakikada attık golü. 45 dakika oynadı Valbuena ve onun oynadığı sürede gol gelmedikçe tribündeki seyirci ve müşteriler her hatada ıslıkladı takımı. Kazanamasak Valbuena ile kazanamayacaktık. Anlatmak istediğim şu. Evet Valbuena etkili, skor ve gidişatı değiştiren bir oyuncu. Ama takımı tek başına alıp götürecek bir süper yıldız falan değil. Başkasına olan kızgınlıklar nedeniyle gereğinden fazla paye veriliyor bazen oyunculara. Ya da aynı şekilde o kızgınlığın acısı oyunculardan çıkartılıyor. İşte patrona laf edemeyip evde çocuğuna kızan ebeveyn gibi.

Futbolcuların maç sonundaki açıklamalarına laf etmek işin kolay tarafı. Nasıl ki tribündeki kişi taraftarlığını yapmayıp oyuncuları ıslıklayacak, yuhalacak şekilde kendinden geçiyorsa, 50+54 dakika adrenalin pompalayan bir insan da galibiyet sonrasında, beklediği destek yerine köstek gelince bunun eleştirisini yapma hakkına sahip. Empati kurun.

Bakalım sahaya. Müthiş bir enerji, müthiş bir güç konmuş sahaya ikinci yarıda. Kazanmak için her şey yapılmış. Hem de geriye düştükten sonra kazanılmış bir maç. Hatada ıslık, yanlış pasta yuhalama. Kadıköy bu değil. En azından bu değildi. Bu hale neden ve nasıl geldiğini biliyoruz. Bunun tartışırken bile birbirimizle kavga ediyoruz. Toparlamak zaman alacak, onu da biliyoruz. Ama hepsinden önce toparlamak için değişimin şart olduğunu biliyoruz. Biliyor muyuz?


Oyunun ikinci yarısındaki düzeni, dizilişi önemseyecek bir durum kalmadı. Sezonun son 3 maçını oynayacağız. Hepsini kazanırsak 1 kupa garanti. Bu dakikadan sonra tartışacak bir şey kaldığını düşünmüyorum. Zaten Aykut hocanın da seneye başkan kim olursa olsun ve/veya yönetim onu tekrar istese de takımın başında kalmak isteyeceğini sanmıyorum.