AKHİSAR 3-2 FENERBAHÇE




Önce klasik olanı söyleyeyim, kazanmak da var kaybetmek de. Bir önceki turu Galatasaray'ı mucizevi şekilde yenerek geçen Akhisar'ın finalde çantada keklik olmaması gerekiyordu zaten. Hele hele sezon içinde lig maçlarının her ikisinde de bizi yenebilmiş bir rakibin ters gelmesi de normaldi. Ayrıca bu kupanın son 8 finalinde sadece 2 kez kupaya uzanmış bir takım olduğumuz da işin diğer gerçek tarafıydı.

Ama bunların tamamı kağıt üzerindeki bilgiler. Saha öyle değil. Ayağının topa vururken çimde kaydığı, pas için 50 metre depar atıp verilmeyip kaybedilen top sonrasında aynı 50 metreyi geri koştuğun, rakibin dirseğini göğsünde tekmesini baldırında hissettiğin zaman her şey değişmeye başlar. Bilen bilir. Yorumların bunlar göz önüne alınıp da yapılması, hayatlarının neredeyse tamamını futbolla geçirenlere eleştiri ambalajı altında hakaret edilmemesi gerekir. Hoca değil, topçu musun, sokaktan 4 kişi... Ben dahil elbette.

Kadıköy'de oynadığımız Sivasspor maçıyla birlikte en iyi giriş yaptığımız maç. Nefes aldırmadan kurulan bir baskı. Finallerde rakip genelde bir tartılır. Ne tartması, rakip yokmuş gibi konulmuş bir ağırlık. Eğer istatistikler skora etki eden değerler olsa ilk 25 dakika fark olması gerek tabelada. Ama değil, iyi ki de değil. Olmadığı için güzel zaten futbol. Sürprizlere açık, oyun içindeki köklü değişikliklere açık olduğu için.

O müthiş başlangıcı golle süsleyememek kötü, o baskıya rağmen gol yememiş rakibi cesaretlendirmek kötü. Hepsinden kötüsü, bu kadar istekli saldıran takımın defansif duruşundaki yakışmayan hatalar.

İlk golde her iki defansif orta saha o kadar gömülmüş ki stoperlerin arasına, ribaundu alan rakip kaleye 20 metrelik bir mesafe rahat şut çekebilecek yerde. Yüklenen, yüklenirken defansı da ileri çıkaran takımlarda kaleciler mutlaka ceza alanı çizgisi civarında dolaşması gerekir. Defans arkası toplarda hızlı çıkışları engelleyecek mesafeyi korumak için. Volkan bunu yapıyor. Yapıyor yapmasına da beklese kucağına gelecek topları panik içinde bazen uçarak kafayla bazen dengesiz şutlarla uzaklaştırıyor. Bu yaşta yapmaması gereken hatalar.

Yukarıda bahsettiğim defansif orta sahaların sorunu başka. Bu sorun oyuncu karakteri sorunu. İki defansif oyuncuyla oynanmaz gibi bir iddiam yok. Neden olmasın? Topal'ın veda zamanının geldiği çok ortada.

Tekrar tüm takıma geleyim. Alper'in kendisine gösterilen güveni bu kadar boşa çıkarması trajik. Takım içinde oyunu ve skoru tek başına değiştirme kabiliyeti olan ender kalitelerden bir tanesi. Buna rağmen oyunu bırakıp detaylarda boğulmasının açıklaması tek, psikolojik destek.

Atıf'ı artık konuşmak istemiyorum. Aykut hocanın yaptığı ve bir türlü çözemediğim işlerden birisi. Takımı 10 kişi oynatan oyuncu. Gitse gidemez, dönse dönemez, vursa vuramaz. Yanındaki her oyuncunun oynama isteğini gıdım gıdım bitiren bir tarz. Çok cahilim bu konuda. Tekrarlayayım, Valbuena bu takımın herkesin düşündüğü pozisyondaki ihtiyacını giderecek oyuncu değil. Lakin Atıf'ı taşıyan 10 kişi yetersizliği olduğu söylenen (burası duyum oluyor biraz) Valbuena'yı neden taşımasın? Gece ile gündüz kadar yaratıcılık farkı var aralarında. Kötü anlamda da aynı derece kötü olsalar, yani Valbuena sahada Atıf'ın verdiği zarar kadar zarar verse hesap ortada. Zaten daha fazla da zarar veremez.

Soldado'nun tamamlanmaya ihtiyacı var. Bunu Giuliano bazen yapabiliyor. Ancak gördüğüm Soldado'nun yanına Janssen veya Fernandao'dan birisinin konmasının gerekliliği. Zira oyun zekası çok yüksek Soldado'nun. Atarak veya besleyerek, yanındakinin varlığını kullanarak çok yararlı olabilir. Misal ilk yarıda uzun süreli driplingi sonrasında vurmak zorunda kaldığı şut. Eşlikçisi Giuliano değil de Fernandao olsa defans ve kaleci farklı pozisyon almak zorunda kalırlardı. Bu durumda da Soldado ya dahat rahat bir şut açısı bulabilir ya da atağı asistle tamamlardı.

Kesin olan bir şey var, o da bu anlattıklarıma rağmen kadronun zayıflığı. Evet hocaya kızıyoruz, hatta ben vasat buluyorum günahı boynuma ama bu takımı da bu kalitesizliğe getirenleri unutmamak gerekiyor. Dün sosyal medyada gördüğüm bir yazıdaki gibi sağda Anelka oynuyordu bu takımda şimdi Dirar var, orta sahasında Appiah forvetinde Pierre vardı. Kıyaslamayı yaptığınız zaman aslında Aykut hocanın da elinin kolunun (kendi hataları olmada dahi) bağlı, bağlanmış olduğunu görüyoruz.

Konu dolanı aynı yere geliyor. Bir kan değişikliği lazım. Kulübün silkinmesi için şart bu. Web sitesinin tasarımından o tasarımı yapan grafikere, televizyondaki spikerde belki onun makyajını yapan görevliye, Fenerium'a, oyunculara, hocalara varan ve aslında en tepedeki Aziz Yıldırım'dan başlayacak bir değişim gerekiyor. Kendisine yaptığı her şey için teşekkür edebileceğimiz, bayrağı Ali Koç'a verirken alkışlanacak bir seçim rüyasını kuruyorum kafamda. Olmayacağını da biliyorum. Olsun ben hep Şampiyonlar Ligi finalinin son dakikalarında tribünde gözyaşları içinde tezahürat yapmanın hayalini de kuruyorum. Alex'in o mükemmel golü sonrasında hatırlattığı gibi hayal kurmadan başarmak mümkün değil. Haziran ayının silkinmemizi sağlayacak şekilde olumlu, yukarıdaki hayalimin gerçekleşeceği kadar gururlu geçmesini dilemekten başka yapacağım bir şey yok.

Hatırlatmamı da yapayım, Türkiye Kupası ne oynanma şartları ne de önem olarak konuşulacak bir turnuva değil. Tek özelliği bizim 30 yıla yakın süre kazanamamış olmamızdı, bitti. Bundan sonra da önemli olacağı tek zaman bizim Galatasaray veya Beşiktaş'la eşleştiğimiz zaman olacaktır. Nerede olursa olsun derbidir çünkü.

Not : 

Rakip takımda tebrik etmeyeceğim bir kişi var, Okan Buruk. Fetocu artığının ne tebrik edecek ne de başına bir şey gelse geçmiş olsun diyecek bir değeri yok gözümde.

Bu maçta Janssen'in başka maçlarda özellikle Valbuena sonra Alper ve başka her kimse kendini yere atarak avantaj sağlamaya çalışan tüm oyunculara çok kızgınım.

Bu maçta rakip oyuncunun oyunu bırakacak yorgunluk/sakatlığı varken kendisini yere bıraktığı pozisyon sonrasında topu Akhisar'a vermemek kötü bir andı. Keşke olmasaydı.