TARAFTAR


Sezonun son maçında, sadece maçtan maça gördüklerinle, yazın göremeyeceğin arkadaşlarla vedalaşılır, iyi tatiller dilenirdi. Sanki okulun son günü gibi. Elbette öncesinde haftalarca göremeyeceğin Fenerbahçe'ye, o anlık son bir kez bakılırdı. Son bir kez bağırılırdı Fenerbahçe adı. Herkes yoluna gider, stadyum güneşe, yağmura, kuşlara, bir de bakım yapacak elemanlara emanet edilirdi. Sonra yaz girerdi araya. Sanki okuldaki yaz tatili.


Zaman geçmek bilmezdi özleyene. İnananlar transfer haberlerini okur, imkanı olan eski maçları izlerdi. Sezon açılışlarını geçtim, o da vardı eskiden elbette. Lakin en güzeli sezonun ilk maçında tribünle buluşmak olurdu. Maç öncesi "Ooooo kilo vermişsin" "Baba Fedon olmuşsun yana, yana" "Allah rahmet eylesin" "Allah analı babalı büyütsün" "Aha yüzük, yoksa evlendin mi?" "Evlat nasıl?" "Ana baba nasıl?" sorularıyla başlayan ve nihayetinde hep bir ağızdan söylenen marşlar, tezahüratlarla Fenerbahçe'yle buluşulurdu. Gözler dolardı, evet. Ama hep mutluluktan dolardı.

Geçen sezon kombine almadım. Taraftarın takımı ıslıklaması, yuhalaması, oyunculara küfretmesi benim için dayanılmaz. O eski zamanlarda bir baba vardı Maraton tribünde ceza alanı hizasında konuşlanır, maç boyunca hatta devre arasında sürekli saydırırdı takıma. Çok gülerdik. Komikti çünkü. Ayrıca azınlıktı.

Zamanla arttılar. Bir aralar tribünde bastırırdık küfürbazları, ıslık çalanları. Ben azınlık olduğumuz için gitmiyorum artık tribüne. Dayanamıyorum zira. Önce toplu yerde maç izlemeyi bıraktım, 20 yıl önce. Şimdi de tribüne gidemiyorum. Çünkü dayanamıyorum. Eleştiriyle küfrü ayıramayanlar, taraftarlıktan da bihaberler.

Dünkü maçı izlerken aldığım bu kararın doğru karar olduğunu bir kez daha üzülerek fark ettim. Hasan Ali'ye Ozan'a, isimleri geçtim herhangi bir oyuncuyu ıslıklamayı ben ne tribünde, ne de televizyonda izlerken kabul edemiyorum. Bunu söyleyen kişi yani beni biraz biliyorsunuz, Bilica, Alves, Volkan Şen'e olan sevgimi de biliyorsunuz. Ben statta onlar için bile ağzımı açmadım.