FENERBAHÇE 2-1 ANTALYA, MAÇTAN SONRA KISA KISA


Yanal dönemine dönüş mü acaba? Aynı şiddette olmasa da ileri çıkan bekler, onlar birlikte çıktıkları zaman stoperlerin kanatlara yayılması ve stoperlerin arasına dalan Topal, üçlü orta sahanın merkezinde ekstradan bir beyin, Diego, kanat değiştiren, ters kanattan atağa destek verirken, beke koridor açan forvet üçlüsü. 4-3-3 gibi. Futbolcu karakterleri elbette ortaya farklı bir takım karakteri koyuyor ama dedim ya, "gibi". Takım daha iştahlı değil ama takım "daha" yeterince iştahlı değil. Başlıyorum.


Diego'yla başlayayım. Haksızlık yapılıyor. Hele yerel yıldız Tümer'in yayıncı kuruluştaki tavrı, haksızlığın daniskası. Diego her şeyi yapıyor sahada. Sonçlanan, sonuçlanmayan, kötü sonuçlanan her şeyi. Elinden geleni yapıyor. Basıyor, koşuyor, pas arası yapıyor, faul yapıyor, pres yapıyor, şut çekiyor, kafa vuruyor, asist yapıyor. Yapıyor da yapıyor. Ve 4-3-3'te orta sahada oynuyor, forvetteki serbest adam olarak değil. Takımın en çok sorumluluk alan adamı belki de. Derdimiz bu sezon Diego demek. Kıyasladığınız Alex ise hata edersiniz. Elma başka armut başka meyve çünkü. Artıları eksileri var ama ikisi de çok değerli.

Takıma dön. Sürpriz akınlar yapmak isteyen bir rakip, sadece Eto'o'ya bırakılmış bir alan ve elbette sürpriz çıkışlar yapacak oyuncular. Amaç puan. Puanlar falan değil. Yoksa maç boyu rakip kaleye gelmeye çalışırsın.

Topal biraz daha geride. Joseph ihtiyaç anında orada bitiveriyor. Diego planlıyor, kurguluyor. Nani ve Robin durmuyorlar yerlerinde, sürekli bir devinim. Fernandao'ya yan bakan çarpılıyor. Hasan Ali, Caner'i aratmıyor hücumda, Şener aynı performansını sürdürüyor. Bakmayın ilk yarıda net pozisyon sayısının çok olmadığına. Kaleci hariç dokuz kişiyle topun arkasında bir Antalyaspor var sahada. Buna rağmen ilkinde olmasa da ikincisinde Nani kafayla bitiriyor işi. Şu cümlenin güzelliğine bakın "Robin van Persie'nin ortası kafayla kaleye gönderen Nani". Hayaldi gerçek oldu.

İkinci yarıdaki görüntü aynı. Sakatlanan Ba'nın yerinde Kadlec var. İlk ke birlikteler Kjaer ile. Gidişat üç aşağı beş yukarı aynı derken Perreira bir deneme yapıyor. Fernandao çıkıp Volkan giriyor. 4-5-1'e dönüş gibi biraz, hatta 4-6 bile denilebilir. Ne dersek diyelim amaç belli. Yerden seri oynayan, bileklerine çok hakim hızlı bir takım var sahada. Bu da topun kontrolünün çoğunlukla bizde olacağını gösteriyor. Bence zamanlama yanlış, ikinci gol sonrası belki denenebilir. Bunu söylememin nedeni de maçın uzatmalarda kazanmış olmamızdır muhtemelen, yani hayat bize (oturduğu yerden yorum yapana) güzel ;) 

O sırada beraberlik golü geliyor. Olmayacak iş. Kadlec'in kademedeki müdahalesi, denge kaybı, topu rakibe istemeden asist gibi sektirmesi derken mükemmel vuruyor Guilherme. Kurtarmak için, Kadlec'in istemeden yaptığı asiste benzer bir şans gerek ki bizde olmaz o.

Sonrası daha da enteresan, Joseph çıkıyor bu defa, Alper oyunda. 4-1-4-1 gibi sanki diziliş. Topal süpürecek orta alanın arka kısmını. Ancak kalan dakikalarda ne diziliş ne de sistem önemli. Herkes çabalıyor. 

Sonra geçen yılın homurtuları ortaya çıkıyor. Mikrop gibiler, vücut ne zaman zayıflasa ayaktalar. Oysa destek zamanı. Sorgusuz, sualsiz destek. Aşk gibi, sevmek gibi. Çabalayanlara homurdananlar ayrı konu bir de küfredenler var.

Başta Galatasaray, Beşiktaş gibi deplasmanların Fenerbahçe'ye küfredenler var. Ve hepsi Fenerbahçe nefretiyle yapıyor bunu. Peki kombine/bilet alıp tribüne gelip takım iyiyken geyik yapan ama en ufak bir sendelemede küfre başlayanlara ne demeli? Ne farkı var rakip takım seyircisinden bunların? Tekrar edeyim, takımıma, futbolcuma, teknik direktörüme, yöneticime küfreden, hele bir de "ben Fenerbahçeliyim" diyen, istisnasız çokbabalıdır.
Kalan dakikalarda zorluyoruz. Herkes zorluyor. Maç bitiyor. Hayır bitmiyor. Bir faul derken Nani'nin mühtiş vuruşu geliyor. Topu barajın üstünden aşırtıp yere düşürüyor resmen. Muhtemelen bir dakika önce küfredenler de seviniyor. Hatta bugün arkadaşlarıyla okulda işte olayı konuşuyor. Küfür mü? Uçtu gitti diyen var.

Kazanılan nedir? Öncelikle geri dönüşü yaşamak, son dakika başarmayı yaşamak önemli. Takım olmanın etkenlerinden birisi de bu zaten. Sadece oynayarak değil, birlikte başarıp sevinerek, birlikte kaybedip üzülerek takım olunur. Buna katkısı bulunan bir de tribün olursa camia olur işte. Biz bunu başarmalıyız.

Bülent Yıldırım'a iki kelam etmeden geçmeyeyim. 7 numaralı Zeki sarı kart görmeden bitirdi oyunu, haberiniz var mı? Antalyasporlu hiçbir oyuncu kart görmedi hatta. Nani ilk faulünde gördü. Zeki kaç faul yaptı var mı sayan? Peki geçtim. Robin'e ilk yarıda yapılan penaltı değil, ikinci yarıda yerdeki elle müdahale, elle oynama değil. Doğru kararlar.

Ancak Nani'ye yapılanın tartışılması anlamsız. Önce Diego eliyle göğsünden çekip bırakıyor dengesini bozuyor. Sonra arkadan uçarak gelen defans oyuncusu beline iniş yapıyor Nani'nin. Evet topa vuruyor da gelişi topa değil ki, Nani'yi bozmaya. Zaten Nani'yi bozduğu için vurabiliyor topa. Ayrıca Diego'nun hareketi penaltının başlangıcı.

Antalyaspor kalecisini aut vuruşlarında uyarmayan Bülent Yıldırım'ın maçın sonuna eklediği 5 dakika içindeki kayıp zamanı oynatması çelişki. Bir iyi bir kötü, eşitliyor. Ama sorun burada işte, eşitleme çabası.

Hakemler kötü. Kötü olmanın dışında kötü niyetli. Her şeyi çok iyi bildiklerini düşünüp, bazen kuralın arkasına saklanıyor bazen de kuralı işlerine geldiği gibi yorumluyorlar. Misal kalecilerin zaman geçirme çabasının standardı yok. Aynı şekilde 6 saniye kuralının da. Bunlar eyyam için o kadar büyük zemin ki.

Bir parantez de Robin'e. Futbolu sevdiğimi hatırlattı bana. Sadece Fenerbahçe değil, futbolu da seviyormuşum. Onu kamera arkasından değil, saha içinde toplu topsuz oyunda izlemek bir şans. Değerlendirin siz de.

Döndüm takıma. 4-3-3 iyi. Böyle gitmeli. Ancak Sow'un gidişi sonrasında (gitmese de) forvet bölgesine takviye lazım. Bugün son günde veya devre arası için şimdiden faaliyet lazım. Terraneo duruyor mudur, bence hayır ;)