KEŞKÜL (1999-2015)


1999 yılı Ağustos ayı. Büyük depremden bir süre sonra. Hayatı boyunca kedili evde yaşamış birisi, yeni hayatında da kedi istiyor. Kuşum pek sever değil kedileri, çok ilgili değil. Ama beni sever, tamam diyor. O Osmanbey'de ben Beşiktaş'ta çalışıyoruz. Osmanbey'deki Hayvanları Koruma Derneğine gidiyorum sabah. "Bana bir tekir verin ulan" diyorum. İki üç tane yavru getiriyorlar. Siyah, siyah beyaz falan. Yüzlerde en ufak bir zeka belirtisi olmayan yavrular. "Bu değil, bu değil, bu değil" diyorum Ağaoğlu stayla. "Tekir yok mu?" diye soruyorum. Görevliler bir birine bakıyorlar. Sonra "var bir tane ama.." cümlesi çıkıyor ağızdan. "Ama" sonrasını ben dinlemiyorum zaten, "ona baksam?". Tekrar barınak bölümüne gidiyorlar. Ben de beklemeye devam ediyorum.




Bir süre sonra gittikçe yaklaşan bir "mii mii mii" sesi geliyor. Kapı açılıyor. Görevlinin elinde tüyleri diken diken, tam istediğim tam aradığım tipte bir tekir var, hem de damağı damgalı. Tüyler diken diken çünkü daha yalamasını bilmiyor kendisini doğru dürüst. Çok küçük.




"Bunu almak istiyorum" diyorum. Bir birine bakıyor yine görevliler. "Ama bu çok ağlıyor sürekli bağırıyor" diyor birisi. Sorun yok bence, tekir ya, yeter. Lütfen kimseye vermeyin akşam alırım iş çıkışı diyorum. İçlerinden muhtemelen zaten kimse istemez bu manyağı diyorlar. Ben ayrılırken "mii mii mii" sesleri azalıyor.

Sonra kuşumu arıyorum. Tarif ediyorum. Sürekli bağıran bir tekir var, bir bak gidip diyorum. "mii mii mii" diyorum. Heyecan büyük. En son İsmail'im vardı tekir. Tekir kedi candır. Tekir kedi akıllı, yaramaz, oyuncudur. Tekir kedi diğer kedilerin hepsinden farklıdır. Tekir iyidir.

Kuşumun da onayıyla birlikte hazırlıklar tamamlanıyor. Ertesi sabah işlemlerini yapıp arkadaşı teslim alıyorum. "Güzel bir kız" diyor görevli veteriner, sanki cinsiyetinin önemi varmış gibi benim için. Aşıları yapılıyor. Biraz tavsiye veriliyor. Alıyorum kucağıma gidiyorum ofise. Rahat ortam. Gün boyu odadaki diğer 3 kedi delisiyle birlikte geçireceğiz günü.

Sürekli "mii mii mii" deyip duruyor bizimki. Nefes alıyor verirken miiii, alıyor verirken miii. İsim olarak İsmail'den sonra bir Osman niyetim var erkek olursa. Ama kız bu. Ayşe deriz diyorum. Zeynep isminin sahibi var çünkü ;) Fakat susmuyor gerçekten arkadaş, sürekli "mii mii mii". Yoksa adını mii mi koysak fikri düşüyor odaya. Hımm falan derken gün içindeki ziyaretçilerimizden birisi, metin yazarı bir arkadaş "Çok tatlı lan bu, keşkül koyun bunun adını" diyor. Keşkül beyaz olur bu tekir. Tekir hem de çok koyu tekir. Fakat fikir güzel, gerçekte çok tatlı.



Keşkül kucağıma gelip sıcağımı alınca susuyor. Yoksa sürekli "mii mii mii". Mesai bitiyor. Akşam ekstra çalışma da yok. Biniyoruz otobüse eve gidiyoruz. Eve girince şaşırıyor Keşkül. Kuşum da özel bir yemek hazırlıyor. Süt annesi ve ortak yemekle beslenmiş. Ana sütü yeterince almadığı için sorun olabilir, bol vitaminli yemekler yemeli. Çeşitli sebzeler, bol sarımsak, yemeğin içine eklenen ezilmiş yumurta kabuğu. Deli gibi yiyor Keşkül. Toplamı bir avuç iken, bir avuç da göbek çıkıyor ortaya. Yürürken yere sürünüyor, o derece.


Sonra biraz oynuyoruz. Mii mii sesi yok artık. Mutluluk hırıldamaları da başlıyor artık. Hemen bir tuvalet hazırlıyorum eski bir ayakkabı kutusundan. O kadar ufak ki içine atlayamıyor. Ben de dar kenarlarından birisini kesiyorum yürüyerek girebilsin diye.



Göbeğini sevdirmiyor pek. Kucağımda oturuyor oyun sonrasında. Hırıl hırıl, sıcacık. İyice incelediğimde bir göz bebeğinin küçülmediğini fark ediyorum ışıkta. Sabit bir perde var. Ama görüyor. Belki bulanık ama görüyor. Ve sonra bacak arasındaki ufak toplar. Keşkül erkek. Veteriner mal. Ben de veteriner ne dediyse inanacak şekilde aptal. Oğlum benim.



Gece geçiyor. Sabah Keşkül'ün karnının aynı büyüklükte durması canımı sıkıyor. Tuvalete çıkmamış. Taş gibi. Evde tek başına bu halde bırakmak istemiyorum. Gözü de aklıma takılmış durumda. Hayvanları Koruma'ya gidiyoruz. Tuvalet işi önemli, göz de. Veterinerle konuşuyorum. Aaaaa görmemişim gözünü diyor. Allah cezanı versin diyorum içimden. Tuvaletle ilgili olarak da beğendiği bir yemeği bir daha bulamama korkusuyla çatlayana kadar yemiş diyor. Bugün burada kalsın biz göz kulak olalım, akşam alın. Göz diye soruyorum, felaket tellalı gibi genelde tek göz hastalık olmaz diyor, diğerine de bulaşabilir. Te allaam. Zaten uyuz olmuşum, bunun cinsiyetini de fark etmemişsiniz diye son golümü de atıyorum.



Değiştirelim diyor. Mal değneği. Sanki ayakkabı aldık yırtık çıktı. Ne alakası var diyorum. Benim oğlum o, Keşkül o. Gözü görmese de (Allah korusun) oğlum. Tersliyorum.



Akşam oluyor, teslim alıyorum Keşkül'ü. Hala tık yok. Akşam yemek vermeyin diyor, kaka yapana kadar yok. Yatana kadar yapmazsa biraz zeytinyağı içirin. Yapmıyor, yatarken enjektörle içiriyorum zeytinyağını. Sabah hala tık yok ama karnı yumuşamış biraz, taş gibi değil. Traş oluyorum, yanıma alacağım yine Keşkül'ü. O sırada sanırım dünyanın en kötü kokusu geliyor. Ama bu kadar kötü kokuya bu kadar sevineceğimi hiç düşmediğimi fark ediyorum, oğlumuz sıçtı :)



İlk günler bunlar. Sonrası çok çabuk geçiyor. Bir sürü hikaye var. Bir sürü çılgınlık, oyun, hatıra. Tam 16 yıl 3 ay. Minik kuşumun "o benim abim" dediği Keşkül, yakalandığı şeker hastalığının çok hızlı ilerlemesi nedeniyle yaşama gözlerini yumuyor. Oğlum, evimin sahibi, Keşkül'üm yok artık. 



Kapıyı açınca dışarı kaçacak korkusu yok artık eve geldiğimde. Veya mutfakta açıkta yiyecek bırakma tereddüdü. Son gecesinde, vücudunu sıcak tutmak içi sarılarak uyuduğum, gece boyu hareketsiz yatan, kabız olduğu için kas gevşetici iğneyi yeyip çişini yaptığını fark etmeyen evladım yok. Tatile giderken Keşkül'le ilgilenecek birisini bulma derdi de yok. Ama asıl dert Keşkül'ün olmaması. Keşkül yok. Evimin neşesi, kızımın abisi, evladım, evladımız yok. 



Gözler doluyor elbette yazarken, tekrar okurken, hatırladıkça. Dolacak. Evin bir ferdi gitti. Herhangi bir kedi değil, ıslıkla çağırılınca gelen, içeri deyince söylene söylene içeri giden, etten çok mantar, mısır, brokoli, zeytinyağlı kereviz seven, tavuk yerken derisini ayıran, benimle duş alan, benimle armut yiyen, konuşan evet konuşan bir ferdi gitti evimizin.



En değerlimiz tam 16 güzel yılın ardından göçtü gitti aramızdan. Bizi gözyaşlarıyla ama hatırlanacak bir sürü güzel anıyla bırakıp gitti.

Güle güle evladım.