BOĞAZIN DÜŞMAN KARDEŞLERİ

Bu benzetmesi yapmamın bir nedeni var elbette. Hayır kuruluşları ve izleyen 30 yıl içindeki sevgi dolu hikayeler değil neden. O günleri yaşamadım, bilemem. Nedeni aklım başında olduğu sürece yaşadıklarımı ve gozlemlediklerimdi.
Galatasaray Lisesi mezunu olduğumu ve bununla gurur duyduğunu her zaman söyledim. Erinmem, gocunmam. Galatasaray olmasa da, kurulmasının yegane sebebi olan Mektep'in formasını spor yaptığım için gururla giydim. Hatta veteran takımımızınkini hala giyiyorum. Hayat görüşme göre insanları din, dil, ırk olarak değil iyi/kötü saygılı/saygısız olarak ayırdığım gibi, Kulüpleri ve oyuncuları da bu şekilde ayırıyorum.

Biraz uzun olacak ama yıllarla yaşananların bugünlere etkisi olup olmadığını görmek için lütfen benim gözümden bakın bir olaylara.

Önce Galatasaray kuruluyor.  Avantajı 24 saat birlikte yaşamaları olabilir o dönemde, ilk kulüp olabilmeleri açısından.  Sonra Fenerbahçe geliyor. Ve Beşiktaş. Sıra doğru, futboldan gidiyorum. Dünyada spor rekabeti acımasız değil zamanlar, düşman işgalindeki bir ülkede bu iki kulübün dost olması kadar doğal bir durum olamaz.

Yıllarca devam ediyor. Rekabetin sertleşmesi de elbette yönetimler ve oyuncuların karakterlerinin etkisiyle dostluk düşmanlık derecesini değiştiriyor. Bugün çok sevdiğim insanlar bile çocuklarına Fenerliden/Cimbomludan dost olmaz sözünü öğretebiliyorlar.

70lerin başından 80lerin ortasına dek süren bir Galatasaray başarısızlığı var tarihte. O dönemde, öncesinde de olduğu gibi bir Fenerbahçe liderliği ve başına musallat olan Trabzonspor sürprizi var. Galatasaray'ın geri plana düşmesinin nedeni aslında kurucusu olan Mektep'in korumacı tavrı bence. Başarı için halka açılmak gerek, başarıyla birlikte sempatizan sayısını arttırmak gerek. Ancak bunlar Mektep hakimiyetini azaltma olasılığı olan yollar. Fakat büyük olabilmenin ve kalabilmenin yolu etki alanının artmasıyla paralel.

80lerin ortasında başlayan ve 90ların sonunda hedef olan 'ezeli rakibi yakalamak' misyonu, üstüne kaymak gibi oturan Uefa Kupası'yla başarılıyor. Artık etki alanı eşit, hatta belki daha büyük. Ancak sonucu da Türkiye'ye yayılan geniş bir taraftar ağı. Yani göz önünde olmak, yani herkes tarafından tartışılmak.

Mektep bırakır mı kurduğu kulübün hakimiyetini?  Bırakmamak için durum güncellemesi yapılıyor. Beğenilmeyen 'Fenerbahçe uygulamaları' başlıyor. Ergun Gürsoy, Yurdeşen Karabasan, Adnan Polat gibi Mektepli tarafından burun kıvrılan isimler yönetimlere girmeye başlıyor. Fenerbahçe'yi yakalama/geçme hedefinde katlanılıyor. Ancak babadan oğula geçen Fenerbahçelilik gibi değil, başarıya gelen sempatizanlarla bir Galatasaraylılık hüküm sürmeye başlıyor. Bunun kanıtlarından birisi takım kötü gittiği zamanki taraftar ilgisidir, bakın her iki takımın şampiyon olamadıkları zamanki tribün doluluklarına, pazarlama gelirlerine.

Galatasaray Mektep'tir. Şimdi ise slogan Galatasaray Türkiye'dir.

Galatasaray'ın bu yapılanması ve lobisi, yapılanabildiği zaman çok daha kuvvetli olan Fenerbahçe ile başedebilmesini sağladı. Kötü yönetildiği 2000li yıllarda bile geri düşmedi hiç. Ancak yapılanlar her iki kulüp taraftarının birbirinden hızla uzaklaşmasına neden oldu.

Yıllarca Kadıköy deplasmanını 'terör yuvası' gören kafa, nedeni ne olursa olsun aynı (bence daha şiddetli) şekilde yanıt verdi. Örnek çok.

Ve sonrasında 3 Temmuz kumpası yapıldı. Doğrudan parmak var mı yoksa durumdan mı yararlanıldı zaman gösterecek. Ama Lütfi Arıboğan'ın Ebru Köksal'ın 'ana gemiye' dönüşleri bile bazı şeylerin kanıtıdır.

Sporda siyaset yok demesin kimse. Her kulüp kendi yararına ama az ama çok soktu siyasileri kapıdan içeri. Her parti lideri mitinglerinde o şehrin atkısını taktı boynuna. Teröre karşı lige çıkartıldı ve ligde tutuldu Diyarbakırspor. 3 Temmuz seçimden sonraya bırakıldı, Yargıtay kararı seçimden önce (kasıtlı olarak) açıklanınca başbakan serzenişte bulundu. Yani geçiniz.

Ancak bugün öyle bir konuma gelindi ki, kulüpler (Fenerbahçe bazen hariç) siyasi gücün dediklerini yapmak zorundalar. Misal başbakan işi gücü bırakıp Ünal Aysal'ı arar ve 'sahaya çıkın' derse ne olur düşünün.

Geleyim zurnanın son deliğine. Kendilerine göre haklı nedenlerle gerginliği arttırma üzerine bir taktik uyguladı Galatasaray. Kadın basketbol finalinde yaşananlardan sonra 'tertemiz' geçen 2 Arena maçından sonra, maçta itiraz etmedikleri bir pozisyon üzerinden deşmeye başladılar. Sonrasında bariz Galatasaraylı bir oyuncudan çıkan topu yeniden Galatasaray'a veren hakemlere sallayarak hem de.

2-1 olunca 4. maçta sabırları zorladılar. 3 anons ve 15-20 dakikalık duraklamanın sonucunun ne olacağı belliydi. Bu nedenle yaygarayı arttırdılar. Amaç saha kapama cezası verdirmekti bir şekilde. Yani yarınki maçı kadın ve çocuklara oynatmak. Fenerbahçe geldi oyuna. Zaten Arena'daki tiyatro ortamından rahatsız taraftar rakibe dar edecekti salonu. Ama öyle böyle oynamadı takım. Devre 45-21 bittiğinde (21×2=42) nefret yerini dalgaya bıraktı. Zaten çekişmenin sonucu 'dalga' olmalıydı.

Eşit olmayan şartlarda aynı cezayı isteyen ve bunun için bastıran Galatasaray, TBF'nin bu defa yanlış yapmamasıyla delirdi. Çok sert başladıkları yaygarada ya bir adım daha atacaktı ya susacaktı. Susamadı.

Aldıkları karara katılmasam da saygı duyarım. Haksızlık olduğunu düşündüklerine göre çıkmasınlar sahaya. Ama net olsunlar. Çıkmayacağız deyip başka maç yokken takımlarını antrenman sonrası kampa almasınlar. Söyledikleri gibi dik dursunlar.

Son cümle. Empati kurun. Her konuda kurun. Ve en önemlisi bilerek kötülük yapmayın. Rakibin onurlusu makbuldür çünkü. İstisnasız herkes için.